
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir.
Münacaat
Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Naat
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin..
Külden martı doğuran odalıklar
Ve kahyalar
Kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili
Şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
Celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
Ey hayat rengini sazendelik sanan
Yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz kulak verin.
Güneşin
Koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
Yazlar yok
Yok artık altında suskun yolları saklı tutan
Karla örtülmüş kırların kışı
Gitti giden, yerine gelmedi başka biri
Orada
Duyumsatmadı kendini hiçlik bile
Belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
Varla yok harman eden sesi uçursak
Diye bize verildi
Yetti bir yüzyıl böcekler ve otlarda
Soluyuş izlerimiz silmek için
Ne yesek
Lokmaya vurulur gibi değil
Yuduma gelmiyor içtiklerimiz
Dernekler toplanıyor dışta tutmak için
Kanat vuruşlarını yumuşak tutan etkeni
Utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
Kapanıyor bilanço
Top mermisi, kör testere
Defalarca boyanmış çaput parçaları
Sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
Serazat kahkahalar atalım
Yapmacıktan nefretimiz
Sebep olsun kavgamıza
Bekleyiş arzından kovsunlar bizi
Ne yemen biraz öncemiz diyelim
Ne biraz sonramız meksika
Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
Yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
Üstü başı kükürtlü bu dünyadan
Kancıklık
Sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
Artık kimse bize haber vermeyecek
Hemen şu tepenin ardında
Saldırmaya hazır ve müsellah
Bir düşman taburu durduğunu
Çünkü gerçekten yok
Böyle bir ordu
Bir düşmanımız kaldı
Kendi
Dudaklarımız
Arasında.
Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
Bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
Çırpını çırpını giden atlardan indik
Girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
Zihnimiz, acizlerin şikayetleri sığacak kadar
Kanırtılırken ses etmedik
Öcümüz alınacak korkusuyla irkildik
Kaldıysa bir soru içimizde
O da birşey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak,
Nerde biz?.
Kimseden bir işaret gelmeyecek
Bir melek kimsenin alnını sıvazlamazsa
Söylemez size kimse dünyadaki ömrü boyunca
Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Öğretmek için cephe nedir
Kıyam etti
Torunu kucağında
Dönünce bütün gövdesiyle döndü
Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir bilinebilseydi
Nedir veche..
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
Omzunuzdan vaveyla heybesini atın
Boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta...
“Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
Böylesine hazırlıklı değilim daha
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar
Çocuklarda.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar
Çocuklarda.
Sebeb-i Telif
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlaya.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı?Kimin için?Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem,girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökte bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek
hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.
Suyun Sızladığıdır
Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez.
Suyun sızladığını kimseler bilmez.
Dibace
Oradaydık hepimiz,müheyya bekliyorduk
salaştı mukadderat,bozulmuş bir nışandı
gebe rüzgar,ihanete uğramış deniz,kerrat cetveli
dünyaya sokunmuştuk,dünya hamdı
külsüzdü ocak,tellal çarşısız
ağzımız noksandı.
Rımbaud`nun haberi yoktu Menelik`ten
Nijinski delirmişti
Mahler`in beş yaşındaki kızı ölmemisti daha
nehre Haşim annesiyle karanlık geceler
bazı çıkardı
zonklardı öpülmek için kavlamış dudaklarımız
bekliyorduk;alnımızın çatında
hepimizin bir çarpı.
Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bıze
verilmemiş birer söz
daha hıç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz
alnımız birer sayıltı
azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
bir çift göz,bır yumruk yürek arasında
darma dumandık
küşümle kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya yekten
başkalarına ait bir çarpı.
Yaşamak çarpısı derlerdi buna,yaşamak çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu göze almak mı? Niçin?
Bir geçit
nereye açılmak için gerekti bize?
Susmak bilmiyordu tepemizde ses,saklı ve açık:
Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık.
BİRİNCİ BAB
ŞİVEKÂRIN ÇIKTIĞIDIR
Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan!
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!
Yardım et! Yardım et!
Bana ilâh mahvedecek
bir uzuv lâzım.
Gel çabuk
Beni üzüntünün koynunda beklet
Orada tohum serpecek kadar
Bana zaman tanı.
Ve konuş
Varsa eğer yazgımızın beş duyusu
Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı
Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten
Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre
Çarpayım gözüne bir kulaklarını çınlatayım hele
Uzaktan işmar edip durmasın bana
Gelsin bana dokunsun
Alnının çatında değil belki
Ama bir iriminde aklının
Kalsın kokum.
Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır.
Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat
Yaylım ateş bombardıman güldürücü gaz
Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat!
Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir sonuna kadar yaz
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden
Hiç deneme
Cibril'i düşünmeden
Asla yaşayamazsın
Seni uçurmazsan yandın
Kuşları da uçuran
Ey şair! Ey dilenci!
Kanatsız
mızmız
sözün köpeği
Tiryakilik peşinde geceleri
Günün ortasında karmanyolacı.
Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan
Korkun var bölük pörçük
Ümidin çatal çatal
Baka gör bunların arasından
Hangi yer sana ayrılmış
Hangi yâre senlik bir şey bırakmış
Çalap.
Anlat:
Bu bir Yusuf masalıdır de
Bunu söyle ve fakat
Şunu da sor
Yusuf'un masalı neden
Yusuf'la başlamıyor?
Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi
Bir Şivekâr varmış bir gençkız
Yusuf yokmuş cinler
Kaçırmış yazgı
Saklamış onu.
Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek
Ama önce masalı bir Şivekâr
Nasıl başlatıyor
Bilmek gerek.
Genç bir kızla bir bakireyle başlıyor anlatımız.
Çünkü bakirelik o bir baş dönmesidir
Başta gelir başa gelir başı yerinden eder
Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir
Sorguya açık kim derseniz bakirdir odur bakire
Kapağı hiç açılmadıysa kitap
Kaş çattırır insana korku verir
Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş
Bakiredir.
Bırakalım başta kalsın.
Gençlik
Ve kızlık dursun başında efsanemizin.
Şivekâr’la
Bir gençkızla başlasın anlatımız
Ağlatımız
O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an
Zaten son erek değil miydi
Genç ve kız?
Vay anam! Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise
Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne.
Şivekâr’dı
Gezmeye çıkmıştı ikindileyin
Evlerinin az ilersindeki koruda
Genç kızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim. Toprakta kar.
Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili.
Avcılar göründü uzaktan
Şivekâr avcılara görünmek istemedi
Sindi en bildik köşesine çamlığının
Kendi yerinden dinledi
Fend eden tuzak kuran ok atan bu milleti.
Avcı bunlar
Bir kuş vurdu tezelden
Aralarından biri.
Nasıldı kuş?
Neresinden vurulmuştu?
Şivekâr göremedi.
Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer
Bunu bilmeyecek ne var?
Kan düşer. Emilir o kızıl bezek
O bembeyaz satıhta.
Ossaat “Breh!
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!”
Deyiverdi bir avcı.
Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi.
Kar ve kan. Ak ve kızıl.
Bir yüzün suçsuz zemininde
Tutkunun canlandırdığı şey.
Siması da iması da Yusuf'un
Böyleymiş meğer.
Kar üstüne düşen kandı
Yamandı
Bir avcıdan Şivekâr’a ulaşan haber
Müjde değildi.
Neden bir yavuzluk
Bir durulukla beraberdi?
Şivekâr bunu bilmek istedi
Bilmek bilmek bilmek istemi
Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin
Âlem âlemler oldu cümle âlem gevşedi
Kız için artık gevşekti
Pekinlik bohçasının hodbin düğümü
Haber deriştirdi kızı
Soru
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne
Dünyayı önce onu delmek
Yusuf'a varmak gerekti
Desem ki kapı açıldı
Yalan olur
Ama kilidin kalktığı belli.
Var idiyse bir kuş
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırsaydı
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan
Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba?
Çetrefil kuşku dolu yadırgı
Ne kadar kendi oldu insan
O kadar başka.
Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan!
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!
Yardım et! Yardım et!
Bana ilâh mahvedecek
bir uzuv lâzım.
Gel çabuk
Beni üzüntünün koynunda beklet
Orada tohum serpecek kadar
Bana zaman tanı.
Ve konuş
Varsa eğer yazgımızın beş duyusu
Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı
Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten
Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre
Çarpayım gözüne bir kulaklarını çınlatayım hele
Uzaktan işmar edip durmasın bana
Gelsin bana dokunsun
Alnının çatında değil belki
Ama bir iriminde aklının
Kalsın kokum.
Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır.
Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat
Yaylım ateş bombardıman güldürücü gaz
Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat!
Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir sonuna kadar yaz
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden
Hiç deneme
Cibril'i düşünmeden
Asla yaşayamazsın
Seni uçurmazsan yandın
Kuşları da uçuran
Ey şair! Ey dilenci!
Kanatsız


Tiryakilik peşinde geceleri
Günün ortasında karmanyolacı.
Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan
Korkun var bölük pörçük
Ümidin çatal çatal
Baka gör bunların arasından
Hangi yer sana ayrılmış
Hangi yâre senlik bir şey bırakmış
Çalap.
Anlat:
Bu bir Yusuf masalıdır de
Bunu söyle ve fakat
Şunu da sor
Yusuf'un masalı neden
Yusuf'la başlamıyor?
Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi
Bir Şivekâr varmış bir gençkız
Yusuf yokmuş cinler
Kaçırmış yazgı
Saklamış onu.
Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek
Ama önce masalı bir Şivekâr
Nasıl başlatıyor
Bilmek gerek.
Genç bir kızla bir bakireyle başlıyor anlatımız.
Çünkü bakirelik o bir baş dönmesidir
Başta gelir başa gelir başı yerinden eder
Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir
Sorguya açık kim derseniz bakirdir odur bakire
Kapağı hiç açılmadıysa kitap
Kaş çattırır insana korku verir
Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş
Bakiredir.
Bırakalım başta kalsın.
Gençlik
Ve kızlık dursun başında efsanemizin.
Şivekâr’la
Bir gençkızla başlasın anlatımız
Ağlatımız
O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an
Zaten son erek değil miydi
Genç ve kız?
Vay anam! Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise
Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne.
Şivekâr’dı
Gezmeye çıkmıştı ikindileyin
Evlerinin az ilersindeki koruda
Genç kızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim. Toprakta kar.
Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili.
Avcılar göründü uzaktan
Şivekâr avcılara görünmek istemedi
Sindi en bildik köşesine çamlığının
Kendi yerinden dinledi
Fend eden tuzak kuran ok atan bu milleti.
Avcı bunlar
Bir kuş vurdu tezelden
Aralarından biri.
Nasıldı kuş?
Neresinden vurulmuştu?
Şivekâr göremedi.
Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer
Bunu bilmeyecek ne var?
Kan düşer. Emilir o kızıl bezek
O bembeyaz satıhta.
Ossaat “Breh!
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!”
Deyiverdi bir avcı.
Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi.
Kar ve kan. Ak ve kızıl.
Bir yüzün suçsuz zemininde
Tutkunun canlandırdığı şey.
Siması da iması da Yusuf'un
Böyleymiş meğer.
Kar üstüne düşen kandı
Yamandı
Bir avcıdan Şivekâr’a ulaşan haber
Müjde değildi.
Neden bir yavuzluk
Bir durulukla beraberdi?
Şivekâr bunu bilmek istedi
Bilmek bilmek bilmek istemi
Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin
Âlem âlemler oldu cümle âlem gevşedi
Kız için artık gevşekti
Pekinlik bohçasının hodbin düğümü
Haber deriştirdi kızı
Soru
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne
Dünyayı önce onu delmek
Yusuf'a varmak gerekti
Desem ki kapı açıldı
Yalan olur
Ama kilidin kalktığı belli.
Var idiyse bir kuş
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırsaydı
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan
Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba?
Çetrefil kuşku dolu yadırgı
Ne kadar kendi oldu insan
O kadar başka.
İKİNCİ BAB
YUSUF'UN KAÇIRILIŞIDIR
Tohumu
Anasının rahmine
Bir ilkbahar gecesi düşmüş.
Baharmış.
Dışarda rüzgâr.
Dışarda dallarda
bulutlarda
Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek
İrili ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
Öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telaşıyla yarışa yelteniyor.
Ah bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek çiseliyorlar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum karanlığında
Kış gelince hakaretamiz bir soğuk çattığında
Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerinin birinin batımında
Birisi bir başkası yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme ânı.
Erkine göz değen bir beyin oğlu Yusuf
Annesi han kızıymış
Doğmuş ve bir zaman
Ev içinde şehirde
Halayıklar lalalar
Yaşamış göz altında.
Sonra bir gün
Birden bire
Bir değil yüzlerce feryat
Hani çocuk?
Nerede?
Onu son kez gören kim?
Neden hiçbir izi yok?
Yusuf
Üç cin tarafından yedi yaşında
Kaçırılarak karışmış oldu kırklara.
Haz ciniydi ilk göz koyan: Kızguran derlerdi ona
Öyle bir cindi ki canın tam ortasında
Bu dünya öte dünya
Nerelerden geçiyorduysa ikisi arasındaki çizgi
Yoktu ayrım yerini bu yaratıktan daha iyi bileni
Çocuklukl gençlikle yaşlılıkla
Geçen ömrü içinde dağılır ve toparlanırken insan
Hep duyulan haz cininin kopardığı gürültüden başka bir şey değildi.
Hazzı ne dışından ne içinden tavsif edebilirsiniz
Hazdır
Dünyalar sanmayın bizi içine çeken
Hazdır dünyalardan bütün emdiğimiz
Daha başından beri
Henüz cenin iken biz
Kalbin de cesameti belli belirsiz iken
Hangimiz hazzın bize neler ettiğini bilmeyiz?
O cin hiç uğramamış olsaydı semtimize
Bize hiçbir şey yapmamış olsaydı o haz doğuran
Erişmek fikri asla doğmayacaktı içimizde
İyi olsun kötü olsun neye yöneldiysek
Aklımız başımızdayken veya delirdiğimiz zaman
Canımız susmayı ve konuşmayı çektiğinde
Oraya hepimizden önce varmış olurdu Kızguran.
Canı hazla tanıştıran işte bu cindi
Bu cindi Yusuf'u kaçırma işinde şebekenin başını çeken
Peki neden Yusuf? Ve kaçırma neden?
Derinlik kelimesi
Bu bapta işimize yarıyor
Şimdi size
Hüsnü Yusuf'tu o
Güzellik timsaliydi desem
Bilirim söylediğim tartışma açmaktan öteye geçmez
Kime göre güzellik?
Çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
Hem nerede görülmüş
Tek başına güzellik
Kendi ayakları üzerinde dursun?
Şehvet hüsran hatıra mukavemet
Bunların çarkına kapılanda
Bir güzellik doğuyor
İnsanlar hep böyle şeylerin yedeğinde buluyor güzelliği
O sebepten ola ki
Güzel yine de güzel solarken bile.
Çünkü her soluş merhamet uyandırıyor
Çünkü merhametti ona önceden rengi veren de.
Yasasız ve solup giden
Bir güzellik değildi Yusuf'un güzelliği
Yoktu tabiattan ve tarihten tanış olduğumuz
Hüsnü Yusuf'u yeden hiçbir duygu.
Hüsnü Yusuf o Hüsnü Yusuf'tu ki yanı başına
Yalnızca en gerekli şey konulmuştu
Ne duygu ne ihtiras ne düşünce ne mükemmel bir mantık..
Derinlikti Yusuf'u güzel kılan
Gerçekte Âdem soyuna ait olmayan
Ve sanki bir yeminle onlara hep bağlı kalan
Derinlik.
Derinlikti Yusuf'la var oluşun bağını kuran
Bu çocuğun yüzünden başka yüzlere yansıyan şey
O bir engin ezint bir terennüm gibi
Devam
Diyordu devam etsin devam etse gerek
Derinlikten cayılmasın
Kopsun kıyamet.
Bu çocuk ne giyerse giysin
Giysilerin üzerinde duruşu
Neye dokunursa dokunsun ona ellerini
Yerle göğün bağlacına ermiş gibi sunuşu..
Ya rabbi bu derinlik ne demek oluyor?
Başını çevirirken bu çocuk
Sanki affı muhakkak bir günah
Saklıyor.
Esrar dolu kimine göre belki bu baş
Ama bilgelik güdümüyle Yusuf'a bakarsanız
Sırların güzelliğini görürdünüz
Güzelliğin sırlarıyla sarmaş dolaş.
Avucunu oyalayıp acunda oyalanan
Kıvılcımlı oklardan biri değildi Yusuf
Güzel olmasına güzeldi
Ama bunu söylemek
Dile denk düşmüyor nedense
Çünkü denilmez
Silahlı bir birliğe bakıp:
Ne de güzel bir ordu!
Güzelse ne güzel denilmez ordulara
Savaşı hatırlatan hiçbir şeyi gönül
Yatkın bulmaz güzel kelimesiyle anlatmaya.
Yusuf'un güzelliği
Bir çarpışma gibi içrek
Bir savaş gibi yaman
Terk ediş uyandırmıyor gidişi
Bir kalış sunmuyor durduğu zaman.
"Mutlaka başka" dedirtiyor oluşu
Sineyi hatırlatıyor sinesi
İnsanların
sineleri olduğunu
Gözleri çok fazla
Çok fazla derin
Her şeyi ezberletecekmiş gibi zora koşuyor
Oysa ezberleyecek hiç vakit
Bırakmıyor insanlara
Çabucak
Derinleşmeniz gerekiyor Yusuf'la karşılaştıysanız
Bitişmeniz isteniyor hakkı verilmiş bir anlamla.
Haz cini Kızguran
Yazık olur yanlış olur diye düşündü
Hüsnü Yusuf
İnsan dedikleri bu nankör kan dökücü cimri unutkan
Yaratıklar arasında bırakılırsa.
Öyle ya
Dünya ahalisinden hangisi
Kendini hazır saydı şimdiye kadar
Bitişmek için
Hakkı verilmiş bir anlamla?
Haz
Güzellikten ayrılmak istemezdi
Arınmak isterdi haz
Hazzı arıtmaya güzellik yeterdi.
Kaçırılmazsa insanlar arasında bırakılırsa Yusuf
Bir gün nasıl olsa er geç
Güzelliğin yanı başına bir şehvet
Bir hüsran bir hatıra
En azından insanların o hiç vazgeçmedikleri
Bir mukavemet eklenecekti.
Güzellik bulandıkça
Haz bulandırılacak
O zaman Hüsnü Yusuf'a bakan diyecek ki
Güzel; ama bir pürüz var
Güzel; ama başıma kim bilir ne belâ açar
Güzel; ama daha temiz olabilirdi.
Kaçmalı Yusuf kaçırılmalı
Güzellik hissi mutlaka arıtmalı
Yoksa ben
Önce ben sadece ben hep ben
Diyerek nev'i beşer
Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken
Kendinden geçecek
Hamleler darbeler sarılışlarla binlerce yıl
Neleri çürüttüyse
Onlarla geçinecek.
Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi
Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden
Yönelmek yöneltmek yönlendirmek
Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!
Başka ne söylenebilirdi?
İnsan dediğin aceleci
Cinler de acele etmeli
Kızguran çabucak
Yusuf'u kaçırmak için
İki başka cinden yardım istedi
İki cin daha
Yönlendirmesi gerekti hazzın
Güzellik hırsızlığına.
Bunların ilki Sarlanan
Eylem cini.
Edim
Dünden hazırdı güzelliği
Güzel olan her şeyi
Köhne yığından kaçırmaya.
Çünkü boy atmaya can atarken bir fidan
Umursamaz çokluktaki kösteği.
Eylem gerek tohumu çatlatmak için
Yalnız doğurandır doğruyu bulan
Neyse çok toprakta
Gökte ne çoksa
Bir an gelir
Biriciklik burcuna edimle varır
Eylemdir
Tazeler harap eder küstürür gönül alır
Eylemle uçar bezginlikteki kir
Dirilik erki kalırsa
Yalnız eylemde kalır
İşte Yusuf'un güzelliği
İşte arınmak isteyen haz
Bir kez "işte denildiyse artık durulmaz
Bir şey bir şeye dönüşürken
Eyleme geçilecek
Ve yakadan geçecek bu bungun kalabalık
Bir oluş yönünde sıyrılan her ne ise
Edimle ilenecek çokluğa katılığa
Eyleyenler görecek yegânelik ne imiş:
Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç kaçır doldur ya da dök
Il faut agir.
Haz cini eylem ciniyle bir araya gelince
Belki her şey yapılabilirdi
Evet her şey
İyi ve kötü.
Acaba
İyi veya kötü şey
Aynı zamanda yerli yerince ve uygun mu?
İyi olsun kötü olsun diye yapmak istenilen
Rast gelecek mi kendini var eden yöne?
Bunu anlamak için haz cini Kızguran
Yönlendirdi Gökleren'i
Yusuf'u kaçırmaya.
Güzelliği çalmak için çağrılan
İkinci cindi bu
Ödev cini.
Hüsnü Yusuf kaçırılacak çünkü
Bunun bir çünküsü var
Her nesnenin kendine özgü
Bir yeri var evrende
Hazzın çünküsü yoktur
Eylemin de
Haz ve eylem
Bilinmez nerede eğleşecekler
Oysa yalnız nesneler değil duygular düşünceler
Ararlar ve bilmek isterler benzerleri arasındaki yerlerini
Bu yer bir yer olmaklığı yüzünden
Ödevini gösteriyor her nesneye
Giderek
Her nesne ödeviyle
Kaybediyor nesne niteliğini
Ödevini yerine getiren "o şey" oluyor.
Böylelikle ormanların kimliğinden söz açıyorlar
Denizlerin kimliği çöllerin buzulların sıradağların
Ve kapanmak bilmiyor bir kere açıldı mı söz
Gökleren her tarafa bir şey yetiştiriyor
Armağan verir gibi tetiğe basar gibi
Maden işçilerinin urbalarına kimlik
Kumarhane kapılarındaki kabadayılara nişan
Rujunu sürdükten sonra
Aynada kendini öpermiş gibi yapan
Sütüm yetseydi de doyurabilseydim ne var?
Sana almazsam neyim önümüzdeki yaz
Ödevin cümleleri birer birer sayılmaz
Yerine getirmeye bile gerek yok
Tabiatla düşüyor
Tarihle
Yükseliyor durmadan
Hem ödev
Hem ödevi üstüne alan.
Hepsi üç cindir bunların.
Hazdır eylemdir ödevdir
Yusuf'u kaçıran.
Yusuf'u insanların dünyasında
El âlemin dipsiz düşkünlüklerine tutundurmayan.
Baharmış.
Dışarda rüzgâr.
Dışarda dallarda

Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek
İrili ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
Öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telaşıyla yarışa yelteniyor.
Ah bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek çiseliyorlar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum karanlığında
Kış gelince hakaretamiz bir soğuk çattığında
Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerinin birinin batımında
Birisi bir başkası yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme ânı.
Erkine göz değen bir beyin oğlu Yusuf
Annesi han kızıymış
Doğmuş ve bir zaman
Ev içinde şehirde
Halayıklar lalalar
Yaşamış göz altında.
Sonra bir gün
Birden bire
Bir değil yüzlerce feryat
Hani çocuk?
Nerede?
Onu son kez gören kim?
Neden hiçbir izi yok?
Yusuf
Üç cin tarafından yedi yaşında
Kaçırılarak karışmış oldu kırklara.
Haz ciniydi ilk göz koyan: Kızguran derlerdi ona
Öyle bir cindi ki canın tam ortasında
Bu dünya öte dünya
Nerelerden geçiyorduysa ikisi arasındaki çizgi
Yoktu ayrım yerini bu yaratıktan daha iyi bileni
Çocuklukl gençlikle yaşlılıkla
Geçen ömrü içinde dağılır ve toparlanırken insan
Hep duyulan haz cininin kopardığı gürültüden başka bir şey değildi.
Hazzı ne dışından ne içinden tavsif edebilirsiniz
Hazdır
Dünyalar sanmayın bizi içine çeken
Hazdır dünyalardan bütün emdiğimiz
Daha başından beri
Henüz cenin iken biz
Kalbin de cesameti belli belirsiz iken
Hangimiz hazzın bize neler ettiğini bilmeyiz?
O cin hiç uğramamış olsaydı semtimize
Bize hiçbir şey yapmamış olsaydı o haz doğuran
Erişmek fikri asla doğmayacaktı içimizde
İyi olsun kötü olsun neye yöneldiysek
Aklımız başımızdayken veya delirdiğimiz zaman
Canımız susmayı ve konuşmayı çektiğinde
Oraya hepimizden önce varmış olurdu Kızguran.
Canı hazla tanıştıran işte bu cindi
Bu cindi Yusuf'u kaçırma işinde şebekenin başını çeken
Peki neden Yusuf? Ve kaçırma neden?
Derinlik kelimesi
Bu bapta işimize yarıyor
Şimdi size
Hüsnü Yusuf'tu o
Güzellik timsaliydi desem
Bilirim söylediğim tartışma açmaktan öteye geçmez
Kime göre güzellik?
Çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
Hem nerede görülmüş
Tek başına güzellik
Kendi ayakları üzerinde dursun?
Şehvet hüsran hatıra mukavemet
Bunların çarkına kapılanda
Bir güzellik doğuyor
İnsanlar hep böyle şeylerin yedeğinde buluyor güzelliği
O sebepten ola ki
Güzel yine de güzel solarken bile.
Çünkü her soluş merhamet uyandırıyor
Çünkü merhametti ona önceden rengi veren de.
Yasasız ve solup giden
Bir güzellik değildi Yusuf'un güzelliği
Yoktu tabiattan ve tarihten tanış olduğumuz
Hüsnü Yusuf'u yeden hiçbir duygu.
Hüsnü Yusuf o Hüsnü Yusuf'tu ki yanı başına
Yalnızca en gerekli şey konulmuştu
Ne duygu ne ihtiras ne düşünce ne mükemmel bir mantık..
Derinlikti Yusuf'u güzel kılan
Gerçekte Âdem soyuna ait olmayan
Ve sanki bir yeminle onlara hep bağlı kalan
Derinlik.
Derinlikti Yusuf'la var oluşun bağını kuran
Bu çocuğun yüzünden başka yüzlere yansıyan şey
O bir engin ezint bir terennüm gibi
Devam
Diyordu devam etsin devam etse gerek
Derinlikten cayılmasın
Kopsun kıyamet.
Bu çocuk ne giyerse giysin
Giysilerin üzerinde duruşu
Neye dokunursa dokunsun ona ellerini
Yerle göğün bağlacına ermiş gibi sunuşu..
Ya rabbi bu derinlik ne demek oluyor?
Başını çevirirken bu çocuk
Sanki affı muhakkak bir günah
Saklıyor.
Esrar dolu kimine göre belki bu baş
Ama bilgelik güdümüyle Yusuf'a bakarsanız
Sırların güzelliğini görürdünüz
Güzelliğin sırlarıyla sarmaş dolaş.
Avucunu oyalayıp acunda oyalanan
Kıvılcımlı oklardan biri değildi Yusuf
Güzel olmasına güzeldi
Ama bunu söylemek
Dile denk düşmüyor nedense
Çünkü denilmez
Silahlı bir birliğe bakıp:
Ne de güzel bir ordu!
Güzelse ne güzel denilmez ordulara
Savaşı hatırlatan hiçbir şeyi gönül
Yatkın bulmaz güzel kelimesiyle anlatmaya.
Yusuf'un güzelliği
Bir çarpışma gibi içrek
Bir savaş gibi yaman
Terk ediş uyandırmıyor gidişi
Bir kalış sunmuyor durduğu zaman.
"Mutlaka başka" dedirtiyor oluşu
Sineyi hatırlatıyor sinesi
İnsanların
sineleri olduğunu
Gözleri çok fazla
Çok fazla derin
Her şeyi ezberletecekmiş gibi zora koşuyor
Oysa ezberleyecek hiç vakit
Bırakmıyor insanlara
Çabucak
Derinleşmeniz gerekiyor Yusuf'la karşılaştıysanız
Bitişmeniz isteniyor hakkı verilmiş bir anlamla.
Haz cini Kızguran
Yazık olur yanlış olur diye düşündü
Hüsnü Yusuf
İnsan dedikleri bu nankör kan dökücü cimri unutkan
Yaratıklar arasında bırakılırsa.
Öyle ya
Dünya ahalisinden hangisi
Kendini hazır saydı şimdiye kadar
Bitişmek için
Hakkı verilmiş bir anlamla?
Haz
Güzellikten ayrılmak istemezdi
Arınmak isterdi haz
Hazzı arıtmaya güzellik yeterdi.
Kaçırılmazsa insanlar arasında bırakılırsa Yusuf
Bir gün nasıl olsa er geç
Güzelliğin yanı başına bir şehvet
Bir hüsran bir hatıra
En azından insanların o hiç vazgeçmedikleri
Bir mukavemet eklenecekti.
Güzellik bulandıkça
Haz bulandırılacak
O zaman Hüsnü Yusuf'a bakan diyecek ki
Güzel; ama bir pürüz var
Güzel; ama başıma kim bilir ne belâ açar
Güzel; ama daha temiz olabilirdi.
Kaçmalı Yusuf kaçırılmalı
Güzellik hissi mutlaka arıtmalı
Yoksa ben
Önce ben sadece ben hep ben
Diyerek nev'i beşer
Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken
Kendinden geçecek
Hamleler darbeler sarılışlarla binlerce yıl
Neleri çürüttüyse
Onlarla geçinecek.
Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi
Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden
Yönelmek yöneltmek yönlendirmek
Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!
Başka ne söylenebilirdi?
İnsan dediğin aceleci
Cinler de acele etmeli
Kızguran çabucak
Yusuf'u kaçırmak için
İki başka cinden yardım istedi
İki cin daha
Yönlendirmesi gerekti hazzın
Güzellik hırsızlığına.
Bunların ilki Sarlanan
Eylem cini.
Edim
Dünden hazırdı güzelliği
Güzel olan her şeyi
Köhne yığından kaçırmaya.
Çünkü boy atmaya can atarken bir fidan
Umursamaz çokluktaki kösteği.
Eylem gerek tohumu çatlatmak için
Yalnız doğurandır doğruyu bulan
Neyse çok toprakta
Gökte ne çoksa
Bir an gelir
Biriciklik burcuna edimle varır
Eylemdir
Tazeler harap eder küstürür gönül alır
Eylemle uçar bezginlikteki kir
Dirilik erki kalırsa
Yalnız eylemde kalır
İşte Yusuf'un güzelliği
İşte arınmak isteyen haz
Bir kez "işte denildiyse artık durulmaz
Bir şey bir şeye dönüşürken
Eyleme geçilecek
Ve yakadan geçecek bu bungun kalabalık
Bir oluş yönünde sıyrılan her ne ise
Edimle ilenecek çokluğa katılığa
Eyleyenler görecek yegânelik ne imiş:
Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç kaçır doldur ya da dök
Il faut agir.
Haz cini eylem ciniyle bir araya gelince
Belki her şey yapılabilirdi
Evet her şey
İyi ve kötü.
Acaba
İyi veya kötü şey
Aynı zamanda yerli yerince ve uygun mu?
İyi olsun kötü olsun diye yapmak istenilen
Rast gelecek mi kendini var eden yöne?
Bunu anlamak için haz cini Kızguran
Yönlendirdi Gökleren'i
Yusuf'u kaçırmaya.
Güzelliği çalmak için çağrılan
İkinci cindi bu
Ödev cini.
Hüsnü Yusuf kaçırılacak çünkü
Bunun bir çünküsü var
Her nesnenin kendine özgü
Bir yeri var evrende
Hazzın çünküsü yoktur
Eylemin de
Haz ve eylem
Bilinmez nerede eğleşecekler
Oysa yalnız nesneler değil duygular düşünceler
Ararlar ve bilmek isterler benzerleri arasındaki yerlerini
Bu yer bir yer olmaklığı yüzünden
Ödevini gösteriyor her nesneye
Giderek
Her nesne ödeviyle
Kaybediyor nesne niteliğini
Ödevini yerine getiren "o şey" oluyor.
Böylelikle ormanların kimliğinden söz açıyorlar
Denizlerin kimliği çöllerin buzulların sıradağların
Ve kapanmak bilmiyor bir kere açıldı mı söz
Gökleren her tarafa bir şey yetiştiriyor
Armağan verir gibi tetiğe basar gibi
Maden işçilerinin urbalarına kimlik
Kumarhane kapılarındaki kabadayılara nişan
Rujunu sürdükten sonra
Aynada kendini öpermiş gibi yapan
Sütüm yetseydi de doyurabilseydim ne var?
Sana almazsam neyim önümüzdeki yaz
Ödevin cümleleri birer birer sayılmaz
Yerine getirmeye bile gerek yok
Tabiatla düşüyor
Tarihle
Yükseliyor durmadan
Hem ödev
Hem ödevi üstüne alan.
Hepsi üç cindir bunların.
Hazdır eylemdir ödevdir
Yusuf'u kaçıran.
Yusuf'u insanların dünyasında
El âlemin dipsiz düşkünlüklerine tutundurmayan.
“Eve dön! Şarkıya dön kalbine dön
Şarkıya dön! Kalbine dön
Eve dön, kalbine dön eve dön
Şarkıya dön” şeklinde ortaya çıkar.
Üçüncü Bab
Şivekarın Yolculuğudur
Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.
Şivekar bizden biri
Yola çıktı yolu bilmeden
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
Özünü harekete geçiren onun
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
Ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu katetmek.
Şivekar olduğuna
Olmasını istediği için inandığı
O bir, biricik can için yola koyuldu
Canını koydu yola
Öyle bir başka ben
Bulsun ki
Ben`i bütün şemaliyle onda bulunsun
Başkada bir ben yok ise
Yere çalınsın rüya
Benle
Başka yok olsun.
Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet`le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu besbelli.
Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.
Şivekar korkmadı kaybolmaktan
Daldı çokluğa can havliyle
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf`u
Onun gibi kaybolsam keşke.
Kaç yıl geçirdi Şivekar arayış içinde?
Neler yaşadı?
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
Saklarız
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
Yek diğerinden ne paylar aldığını.
Dünyada
Çözülürse dünyayı
Issız kılacak bir çelişki vardı
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
Taraf olunduğunda.
Aradı Hüsnü Yusuf`u Şivekar
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
Yalnız arayan bilir acımasını
Aramamak acımamak demektir
Küçümsenecekse
Memnuniyet küçümsenmelidir
Dünyanın dönmekten memnuniyeti
İnsanların utancı dünyaya dönüşmekten
İnsanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış köseleden insanlar
SAHİPSİZ BİR UTANÇ HEPSİ.
Şivekar önceleri
Arayışın ilk aşamasında
Bu utancı sadece seyretmekteydi.
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
Takındığı birkaç parça mücevher
Bir şehirden başka şehre göçerken
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
Daha sonra ve fakat
İnsan dedikleri o sahipsiz utançla
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
İnsanlık utancından
En külliyetli payı o aldı.
Aradı
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı
Karnı aç
Üstü başı lime lime
Artık narin ayakları çiziklerle dolu
Dirsekleride yara kabukları
Gerçi bu kadarı, böylesi
Başlarken hiç akla gelmezdi
Lakin hayret!
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka derdi yok.
Vakti bilmek için
Diyor kendi kendine
Haber almak sadece bir başlangıçtı
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.
Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayak altından çekmiş.
Ne de sert!
Şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
Diye düşündü şivekar
O zaman dişim keser.
Pırıl pırıl dereye
Uzattı elindekini
Belki eski kibrinden
Kalma biraz halsizlik
Belki bu ince suyun
Cilveli alayişi
Ekmek
Dereye düşüverdi.
Hem karnı aç
Hem de avı nipet yaparmış gibi
Su üstünde kıpırdanıyor
Koştu o kuru ekmeğin
Peşi sıra Şivekar
Bir süre öyle gittiler
O da ne?
Dere görünmez oldu
Harap bir tahta perde girdi
Ekmekle Şivekar`ın arasına
Genç kız gerilemedi
Hem zaten vazgeçerse
Ne yapacağı belli mi?
Dönülecek bir yer
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.
Suya girdi bulmak için ekmeğini
Tahta perdeden öteye geçti.
Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
Tastamam hepsi.
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.
Kokusu çiçeklerin
Otların, çalıların kısa cümlecikleri
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.
İnsan bir resmin içine
Bu kadar girebilir.
Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey kendine özen göstermiş
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki
Şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
Bir daha aklına hiç getirmedi
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
Kim bilir nereye gitti?
Şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
Şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça
Çok geçmeden gözlerinin önüne
Ne diyelim?
Resim içinde resim mi?
Edebiyat burada bize yardım edemez.
Bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır
Ve terleriz
Şivekar bizden biri
Onun dilinden dökülen
Bizim kelimelerimiz
Saçma
Ama başka ne sorulurdu ki?
`` in misin, cin misin?``
Cevap verdi Hüsnü Yusuf:
`` ne inim, ne cinim``
`` ben de senin gibi bir beni Ademim``
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.
Şivekar bizden biri
Yola çıktı yolu bilmeden
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
Özünü harekete geçiren onun
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
Ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu katetmek.
Şivekar olduğuna
Olmasını istediği için inandığı
O bir, biricik can için yola koyuldu
Canını koydu yola
Öyle bir başka ben
Bulsun ki
Ben`i bütün şemaliyle onda bulunsun
Başkada bir ben yok ise
Yere çalınsın rüya
Benle
Başka yok olsun.
Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet`le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu besbelli.
Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.
Şivekar korkmadı kaybolmaktan
Daldı çokluğa can havliyle
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf`u
Onun gibi kaybolsam keşke.
Kaç yıl geçirdi Şivekar arayış içinde?
Neler yaşadı?
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
Saklarız
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
Yek diğerinden ne paylar aldığını.
Dünyada
Çözülürse dünyayı
Issız kılacak bir çelişki vardı
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
Taraf olunduğunda.
Aradı Hüsnü Yusuf`u Şivekar
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
Yalnız arayan bilir acımasını
Aramamak acımamak demektir
Küçümsenecekse
Memnuniyet küçümsenmelidir
Dünyanın dönmekten memnuniyeti
İnsanların utancı dünyaya dönüşmekten
İnsanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış köseleden insanlar
SAHİPSİZ BİR UTANÇ HEPSİ.
Şivekar önceleri
Arayışın ilk aşamasında
Bu utancı sadece seyretmekteydi.
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
Takındığı birkaç parça mücevher
Bir şehirden başka şehre göçerken
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
Daha sonra ve fakat
İnsan dedikleri o sahipsiz utançla
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
İnsanlık utancından
En külliyetli payı o aldı.
Aradı
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı
Karnı aç
Üstü başı lime lime
Artık narin ayakları çiziklerle dolu
Dirsekleride yara kabukları
Gerçi bu kadarı, böylesi
Başlarken hiç akla gelmezdi
Lakin hayret!
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka derdi yok.
Vakti bilmek için
Diyor kendi kendine
Haber almak sadece bir başlangıçtı
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.
Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayak altından çekmiş.
Ne de sert!
Şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
Diye düşündü şivekar
O zaman dişim keser.
Pırıl pırıl dereye
Uzattı elindekini
Belki eski kibrinden
Kalma biraz halsizlik
Belki bu ince suyun
Cilveli alayişi
Ekmek
Dereye düşüverdi.
Hem karnı aç
Hem de avı nipet yaparmış gibi
Su üstünde kıpırdanıyor
Koştu o kuru ekmeğin
Peşi sıra Şivekar
Bir süre öyle gittiler
O da ne?
Dere görünmez oldu
Harap bir tahta perde girdi
Ekmekle Şivekar`ın arasına
Genç kız gerilemedi
Hem zaten vazgeçerse
Ne yapacağı belli mi?
Dönülecek bir yer
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.
Suya girdi bulmak için ekmeğini
Tahta perdeden öteye geçti.
Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
Tastamam hepsi.
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.
Kokusu çiçeklerin
Otların, çalıların kısa cümlecikleri
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.
İnsan bir resmin içine
Bu kadar girebilir.
Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey kendine özen göstermiş
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki
Şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
Bir daha aklına hiç getirmedi
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
Kim bilir nereye gitti?
Şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
Şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça
Çok geçmeden gözlerinin önüne
Ne diyelim?
Resim içinde resim mi?
Edebiyat burada bize yardım edemez.
Bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır
Ve terleriz
Şivekar bizden biri
Onun dilinden dökülen
Bizim kelimelerimiz
Saçma
Ama başka ne sorulurdu ki?
`` in misin, cin misin?``
Cevap verdi Hüsnü Yusuf:
`` ne inim, ne cinim``
`` ben de senin gibi bir beni Ademim``
Yorumlar
Yorum Gönder