Ana içeriğe atla

İsmet Özel



Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir.
Münacaat

Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak 
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine 
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için 
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde? 


Naat 


Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin..
Külden martı doğuran odalıklar
Ve kahyalar
Kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili
Şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
Celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
Ey hayat rengini sazendelik sanan
Yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz kulak verin.

Güneşin
Koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
Yazlar yok
Yok artık altında suskun yolları saklı tutan
Karla örtülmüş kırların kışı
Gitti giden, yerine gelmedi başka biri
Orada
Duyumsatmadı kendini hiçlik bile
Belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
Varla yok harman eden sesi uçursak
Diye bize verildi
Yetti bir yüzyıl böcekler ve otlarda
Soluyuş izlerimiz silmek için

Ne yesek
Lokmaya vurulur gibi değil
Yuduma gelmiyor içtiklerimiz
Dernekler toplanıyor dışta tutmak için 
Kanat vuruşlarını yumuşak tutan etkeni
Utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
Kapanıyor bilanço
Top mermisi, kör testere
Defalarca boyanmış çaput parçaları
Sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
Serazat kahkahalar atalım
Yapmacıktan nefretimiz
Sebep olsun kavgamıza
Bekleyiş arzından kovsunlar bizi
Ne yemen biraz öncemiz diyelim
Ne biraz sonramız meksika

Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
Yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
Üstü başı kükürtlü bu dünyadan
Kancıklık
Sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
Artık kimse bize haber vermeyecek
Hemen şu tepenin ardında
Saldırmaya hazır ve müsellah
Bir düşman taburu durduğunu
Çünkü gerçekten yok
Böyle bir ordu
Bir düşmanımız kaldı
Kendi
Dudaklarımız 
Arasında.

Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
Bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
Çırpını çırpını giden atlardan indik
Girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
Zihnimiz, acizlerin şikayetleri sığacak kadar
Kanırtılırken ses etmedik
Öcümüz alınacak korkusuyla irkildik
Kaldıysa bir soru içimizde
O da birşey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak,
Nerde biz?.

Kimseden bir işaret gelmeyecek
Bir melek kimsenin alnını sıvazlamazsa
Söylemez size kimse dünyadaki ömrü boyunca
Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Öğretmek için cephe nedir
Kıyam etti
Torunu kucağında
Dönünce bütün gövdesiyle döndü
Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir bilinebilseydi
Nedir veche..

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
Omzunuzdan vaveyla heybesini atın
Boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta... 


“Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
Böylesine hazırlıklı değilim daha
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar
Çocuklarda.





Sebeb-i Telif 


Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlaya.


Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!


Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı?Kimin için?Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem,girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökte bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.


Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.


Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek
hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım. 





Suyun Sızladığıdır
Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez.






Dibace 


Oradaydık hepimiz,müheyya bekliyorduk
salaştı mukadderat,bozulmuş bir nışandı
gebe rüzgar,ihanete uğramış deniz,kerrat cetveli
dünyaya sokunmuştuk,dünya hamdı
külsüzdü ocak,tellal çarşısız
ağzımız noksandı.
Rımbaud`nun haberi yoktu Menelik`ten
Nijinski delirmişti
Mahler`in beş yaşındaki kızı ölmemisti daha
nehre Haşim annesiyle karanlık geceler
bazı çıkardı
zonklardı öpülmek için kavlamış dudaklarımız
bekliyorduk;alnımızın çatında
hepimizin bir çarpı.


Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bıze
verilmemiş birer söz
daha hıç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz
alnımız birer sayıltı
azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
bir çift göz,bır yumruk yürek arasında
darma dumandık
küşümle kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya yekten
başkalarına ait bir çarpı.


Yaşamak çarpısı derlerdi buna,yaşamak çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu göze almak mı? Niçin?
Bir geçit
nereye açılmak için gerekti bize?
Susmak bilmiyordu tepemizde ses,saklı ve açık:
Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin 
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık. 







BİRİNCİ BAB 

ŞİVEKÂRIN ÇIKTIĞIDIR

Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan!
 
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!
 
Yardım et! Yardım et!
 
Bana ilâh mahvedecek
 
bir uzuv lâzım.
 
Gel çabuk
 
Beni üzüntünün koynunda beklet
 
Orada tohum serpecek kadar
 
Bana zaman tanı.
 
Ve konuş
 
Varsa eğer yazgımızın beş duyusu
 
Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı
 
Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten
 
Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre
 
Çarpayım gözüne bir
 kulaklarını çınlatayım hele 
Uzaktan işmar edip durmasın bana
 
Gelsin bana dokunsun
 
Alnının çatında değil belki
 
Ama bir iriminde aklının
 
Kalsın kokum.
 

Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır.
 
Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat
 
Yaylım ateş
 bombardıman güldürücü gaz 
Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat!
 
Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir
 sonuna kadar yaz 
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden
 
Hiç deneme
 
Cibril'i düşünmeden
 
Asla yaşayamazsın
 
Seni uçurmazsan yandın
 
Kuşları da uçuran
 
Ey şair! Ey dilenci!
 
Kanatsız
http://www.sanalda1numara.net/images/smiliv.gif mızmızhttp://www.sanalda1numara.net/images/smiliv.gif sözün köpeği 
Tiryakilik peşinde geceleri
 
Günün ortasında karmanyolacı.
 
Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan
 
Korkun var bölük pörçük
 
Ümidin çatal çatal
 
Baka gör bunların arasından
 
Hangi yer sana ayrılmış
 
Hangi yâre senlik bir şey bırakmış
 
Çalap.
 

Anlat:
 
Bu bir Yusuf masalıdır de
 
Bunu söyle ve fakat
 
Şunu da sor
 
Yusuf'un masalı neden
 
Yusuf'la başlamıyor?
 
Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi
 
Bir Şivekâr varmış
 bir gençkız 
Yusuf yokmuş
 cinler 
Kaçırmış
 yazgı 
Saklamış onu.
 

Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek
 
Ama önce masalı bir Şivekâr
 
Nasıl başlatıyor
 
Bilmek gerek.
 

Genç bir kızla
 bir bakireyle başlıyor anlatımız. 
Çünkü bakirelik
 o bir baş dönmesidir 
Başta gelir
 başa gelir başı yerinden eder 
Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir
Sorguya açık kim derseniz bakirdir
 odur bakire
Kapağı hiç açılmadıysa kitap
Kaş çattırır insana
 korku verir
Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş
Bakiredir.

Bırakalım başta kalsın.
Gençlik
Ve kızlık dursun başında efsanemizin.
Şivekâr’la
 
Bir gençkızla başlasın anlatımız
Ağlatımız
O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an
Zaten son erek değil miydi
Genç ve kız?
Vay anam! Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise
Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne.

Şivekâr’dı
 
Gezmeye çıkmıştı ikindileyin
Evlerinin az ilersindeki koruda
Genç kızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim. Toprakta kar.
Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili.

Avcılar göründü uzaktan
Şivekâr avcılara görünmek istemedi
 
Sindi en bildik köşesine çamlığının
Kendi yerinden dinledi
Fend eden
 tuzak kuran ok atan bu milleti.
Avcı bunlar
Bir kuş vurdu tezelden
Aralarından biri.
Nasıldı kuş?
Neresinden vurulmuştu?
Şivekâr göremedi.

Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer
Bunu bilmeyecek ne var?
Kan düşer. Emilir o kızıl bezek
O bembeyaz satıhta.
Ossaat “Breh!
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!”
Deyiverdi bir avcı.
Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden
 
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi.

Kar ve kan. Ak ve kızıl.
Bir yüzün suçsuz zemininde
Tutkunun canlandırdığı şey.
Siması da iması da Yusuf'un
Böyleymiş meğer.
Kar üstüne düşen kandı
Yamandı
Bir avcıdan Şivekâr’a ulaşan haber
 
Müjde değildi.
Neden bir yavuzluk
Bir durulukla beraberdi?
Şivekâr bunu bilmek istedi
Bilmek
 bilmek bilmek istemi
Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin
Âlem âlemler oldu
 cümle âlem gevşedi
Kız için artık gevşekti
Pekinlik bohçasının hodbin düğümü
Haber deriştirdi kızı
Soru
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne
Dünyayı
 önce onu delmek
Yusuf'a varmak gerekti
Desem ki kapı açıldı
Yalan olur
Ama kilidin kalktığı belli.

Var idiyse bir kuş
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırsaydı
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan
Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba?
Çetrefil
 kuşku dolu yadırgı
Ne kadar kendi oldu insan
O kadar başka.



İKİNCİ BAB 

YUSUF'UN KAÇIRILIŞIDIR 

Tohumu
Anasının rahmine
Bir ilkbahar gecesi düşmüş.
Baharmış.
Dışarda rüzgâr.
Dışarda dallardahttp://www.sanalda1numara.net/images/smiliv.gif bulutlarda
Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek
İrili ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
Öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telaşıyla yarışa yelteniyor.


Ah
 bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek çiseliyorlar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum karanlığında
Kış gelince hakaretamiz bir soğuk çattığında
Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerinin birinin batımında
Birisi bir başkası yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme ânı.

Erkine göz değen bir beyin oğlu Yusuf
Annesi han kızıymış
Doğmuş ve bir zaman 
Ev içinde
 şehirde
Halayıklar
 lalalar
Yaşamış göz altında.
Sonra bir gün
Birden bire 
Bir değil yüzlerce feryat
Hani çocuk?
Nerede?
Onu son kez gören kim?
Neden hiçbir izi yok?

Yusuf
Üç cin tarafından yedi yaşında
Kaçırılarak karışmış oldu kırklara.
Haz ciniydi ilk göz koyan: Kızguran derlerdi ona
Öyle bir cindi ki canın tam ortasında
Bu dünya
 öte dünya
Nerelerden geçiyorduysa ikisi arasındaki çizgi
Yoktu ayrım yerini bu yaratıktan daha iyi bileni
Çocuklukl
 gençlikle yaşlılıkla
Geçen ömrü içinde dağılır ve toparlanırken insan
Hep duyulan haz cininin kopardığı gürültüden başka bir şey değildi.

Hazzı ne dışından
 ne içinden tavsif edebilirsiniz
Hazdır
Dünyalar sanmayın bizi içine çeken
Hazdır dünyalardan bütün emdiğimiz
Daha başından beri
Henüz cenin iken biz
Kalbin de cesameti belli belirsiz iken
Hangimiz hazzın bize neler ettiğini bilmeyiz?
O cin hiç uğramamış olsaydı semtimize
Bize hiçbir şey yapmamış olsaydı o haz doğuran
Erişmek fikri asla doğmayacaktı içimizde
İyi olsun
 kötü olsun neye yöneldiysek
Aklımız başımızdayken veya delirdiğimiz zaman
Canımız susmayı ve konuşmayı çektiğinde
Oraya hepimizden önce varmış olurdu Kızguran.

Canı hazla tanıştıran işte bu cindi
Bu cindi Yusuf'u kaçırma işinde şebekenin başını çeken
Peki
 neden Yusuf? Ve kaçırma neden?
Derinlik kelimesi 
Bu bapta işimize yarıyor
Şimdi size
Hüsnü Yusuf'tu o
Güzellik timsaliydi desem
Bilirim söylediğim tartışma açmaktan öteye geçmez
Kime göre güzellik?
Çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
Hem nerede görülmüş
Tek başına güzellik
Kendi ayakları üzerinde dursun?

Şehvet
 hüsran hatıra mukavemet
Bunların çarkına kapılanda
Bir güzellik doğuyor
İnsanlar hep böyle şeylerin yedeğinde buluyor güzelliği
O sebepten ola ki
Güzel yine de güzel solarken bile.
Çünkü her soluş merhamet uyandırıyor
Çünkü merhametti ona önceden rengi veren de.

Yasasız ve solup giden
Bir güzellik değildi Yusuf'un güzelliği
Yoktu tabiattan ve tarihten tanış olduğumuz
Hüsnü Yusuf'u yeden hiçbir duygu.
Hüsnü Yusuf o Hüsnü Yusuf'tu ki yanı başına
Yalnızca en gerekli şey konulmuştu
Ne duygu
 ne ihtiras ne düşünce ne mükemmel bir mantık..
Derinlikti Yusuf'u güzel kılan
Gerçekte Âdem soyuna ait olmayan
Ve sanki bir yeminle onlara hep bağlı kalan
Derinlik.
Derinlikti Yusuf'la var oluşun bağını kuran
Bu çocuğun yüzünden başka yüzlere yansıyan şey
O bir engin ezint
 bir terennüm gibi
Devam
Diyordu devam etsin devam etse gerek
Derinlikten cayılmasın
Kopsun kıyamet.

Bu çocuk ne giyerse giysin
Giysilerin üzerinde duruşu
Neye dokunursa dokunsun ona ellerini
Yerle göğün bağlacına ermiş gibi sunuşu..
Ya rabbi
 bu derinlik ne demek oluyor?
Başını çevirirken bu çocuk
Sanki affı muhakkak bir günah
Saklıyor.
Esrar dolu kimine göre belki bu baş
Ama bilgelik güdümüyle Yusuf'a bakarsanız
Sırların güzelliğini görürdünüz
Güzelliğin sırlarıyla sarmaş dolaş.

Avucunu oyalayıp acunda oyalanan
Kıvılcımlı oklardan biri değildi Yusuf
Güzel olmasına güzeldi
Ama bunu söylemek
Dile denk düşmüyor nedense
Çünkü denilmez
Silahlı bir birliğe bakıp:
Ne de güzel bir ordu!
Güzelse ne güzel denilmez ordulara
Savaşı hatırlatan hiçbir şeyi gönül
Yatkın bulmaz güzel kelimesiyle anlatmaya.
Yusuf'un güzelliği
Bir çarpışma gibi içrek
Bir savaş gibi yaman
Terk ediş uyandırmıyor gidişi
Bir kalış sunmuyor durduğu zaman.

"Mutlaka başka" dedirtiyor oluşu
Sineyi hatırlatıyor sinesi
İnsanların
sineleri olduğunu
Gözleri çok fazla 
Çok fazla derin
Her şeyi ezberletecekmiş gibi zora koşuyor
Oysa ezberleyecek hiç vakit 
Bırakmıyor insanlara
Çabucak
Derinleşmeniz gerekiyor Yusuf'la karşılaştıysanız
Bitişmeniz isteniyor hakkı verilmiş bir anlamla.

Haz cini Kızguran
Yazık olur
 yanlış olur diye düşündü
Hüsnü Yusuf
İnsan dedikleri bu nankör
 kan dökücü cimri unutkan
Yaratıklar arasında bırakılırsa.
Öyle ya
Dünya ahalisinden hangisi
Kendini hazır saydı şimdiye kadar
Bitişmek için
Hakkı verilmiş bir anlamla?

Haz
Güzellikten ayrılmak istemezdi
Arınmak isterdi haz
Hazzı arıtmaya güzellik yeterdi.
Kaçırılmazsa
 insanlar arasında bırakılırsa Yusuf
Bir gün
 nasıl olsa er geç
Güzelliğin yanı başına bir şehvet
Bir hüsran
 bir hatıra
En azından insanların o hiç vazgeçmedikleri
Bir mukavemet eklenecekti.
Güzellik bulandıkça
Haz bulandırılacak
O zaman Hüsnü Yusuf'a bakan diyecek ki
Güzel; ama bir pürüz var
Güzel; ama başıma kim bilir ne belâ açar
Güzel; ama daha temiz olabilirdi.

Kaçmalı Yusuf
 kaçırılmalı
Güzellik hissi mutlaka arıtmalı
Yoksa ben
Önce ben
 sadece ben hep ben
Diyerek nev'i beşer
Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken
Kendinden geçecek
Hamleler
 darbeler sarılışlarla binlerce yıl
Neleri çürüttüyse
Onlarla geçinecek.

Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi
Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden
Yönelmek
 yöneltmek yönlendirmek
Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!
Başka ne söylenebilirdi?

İnsan dediğin aceleci 
Cinler de acele etmeli 
Kızguran çabucak 
Yusuf'u kaçırmak için 
İki başka cinden yardım istedi
İki cin daha
Yönlendirmesi gerekti hazzın
Güzellik hırsızlığına.
Bunların ilki Sarlanan
Eylem cini.

Edim
Dünden hazırdı güzelliği
Güzel olan her şeyi
Köhne yığından kaçırmaya.
Çünkü boy atmaya can atarken bir fidan
Umursamaz çokluktaki kösteği.
Eylem gerek tohumu çatlatmak için
Yalnız doğurandır doğruyu bulan
Neyse çok toprakta
Gökte ne çoksa
Bir an gelir
Biriciklik burcuna edimle varır
Eylemdir
Tazeler
 harap eder küstürür gönül alır
Eylemle uçar bezginlikteki kir
Dirilik erki kalırsa
Yalnız eylemde kalır

İşte Yusuf'un güzelliği
İşte arınmak isteyen haz
Bir kez "işte denildiyse artık durulmaz
Bir şey bir şeye dönüşürken
Eyleme geçilecek
Ve yakadan geçecek bu bungun kalabalık
Bir oluş yönünde sıyrılan her ne ise
Edimle ilenecek çokluğa
 katılığa
Eyleyenler görecek yegânelik ne imiş:
Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç
 kaçır doldur ya da dök
Il faut agir.

Haz cini eylem ciniyle bir araya gelince
Belki her şey yapılabilirdi
Evet
 her şey
İyi ve kötü.
Acaba
İyi veya kötü şey
Aynı zamanda yerli yerince ve uygun mu?
İyi olsun
 kötü olsun diye yapmak istenilen
Rast gelecek mi kendini var eden yöne?
Bunu anlamak için haz cini Kızguran
Yönlendirdi Gökleren'i
Yusuf'u kaçırmaya.
Güzelliği çalmak için çağrılan
İkinci cindi bu
Ödev cini.

Hüsnü Yusuf kaçırılacak çünkü
Bunun bir çünküsü var
Her nesnenin kendine özgü
Bir yeri var evrende
Hazzın çünküsü yoktur
Eylemin de
Haz ve eylem
Bilinmez nerede eğleşecekler
Oysa yalnız nesneler değil duygular düşünceler
Ararlar ve bilmek isterler benzerleri arasındaki yerlerini
Bu yer bir yer olmaklığı yüzünden
Ödevini gösteriyor her nesneye
Giderek
Her nesne ödeviyle
Kaybediyor nesne niteliğini
Ödevini yerine getiren "o şey" oluyor.

Böylelikle ormanların kimliğinden söz açıyorlar
Denizlerin kimliği
 çöllerin buzulların sıradağların
Ve kapanmak bilmiyor bir kere açıldı mı söz
Gökleren her tarafa bir şey yetiştiriyor
Armağan verir gibi
 tetiğe basar gibi
Maden işçilerinin urbalarına kimlik
Kumarhane kapılarındaki kabadayılara nişan
Rujunu sürdükten sonra
Aynada kendini öpermiş gibi yapan
Sütüm yetseydi de doyurabilseydim
 ne var?
Sana almazsam neyim önümüzdeki yaz
Ödevin cümleleri birer birer sayılmaz
Yerine getirmeye bile gerek yok
Tabiatla düşüyor
Tarihle
Yükseliyor durmadan
Hem ödev
Hem ödevi üstüne alan.

Hepsi üç cindir bunların.
Hazdır
 eylemdir ödevdir
Yusuf'u kaçıran.
Yusuf'u insanların dünyasında
El âlemin dipsiz düşkünlüklerine tutundurmayan.



“Eve dön! Şarkıya dön kalbine dön

Şarkıya dön! Kalbine dön
Eve dön, kalbine dön eve dön


Şarkıya dön” şeklinde ortaya çıkar.

                                           










Üçüncü Bab


Şivekarın Yolculuğudur

Eskiler iz sürerdi. 
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar. 
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize 
Yansıyan bir tasarımla gerçeği. 

Şivekar bizden biri 
Yola çıktı yolu bilmeden 
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden 
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan 
Özünü harekete geçiren onun 
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı. 
Yol canlılıkla mukayyet 
Gitti deriz 
Ölenler için 
Yalnız yaşayanların işidir 
Yola çıkmak, yolu katetmek. 

Şivekar olduğuna 
Olmasını istediği için inandığı 
O bir, biricik can için yola koyuldu 
Canını koydu yola 
Öyle bir başka ben 
Bulsun ki 
Ben`i bütün şemaliyle onda bulunsun 
Başkada bir ben yok ise 
Yere çalınsın rüya 
Benle 
Başka yok olsun. 

Eskiler aramaz, iz sürerdi. 
Bilirlerdi Evet`le Hayır arasına Belki 
Sokulduğunda 
Felaket gelir. 
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden 
Nelerin koptuğu besbelli. 
Dağılmak eskilerin dilinde 
Ufalanmak anlamına gelirdi 
İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için 
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz 
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde. 

Şivekar korkmadı kaybolmaktan 
Daldı çokluğa can havliyle 
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf`u 
Onun gibi kaybolsam keşke. 

Kaç yıl geçirdi Şivekar arayış içinde? 
Neler yaşadı? 
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız. 
Saklarız 
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın 
Yek diğerinden ne paylar aldığını. 

Dünyada 
Çözülürse dünyayı 
Issız kılacak bir çelişki vardı 
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan 
Taraf olunduğunda. 

Aradı Hüsnü Yusuf`u Şivekar 
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin 
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında. 
Yalnız arayan bilir acımasını 
Aramamak acımamak demektir 
Küçümsenecekse 
Memnuniyet küçümsenmelidir 
Dünyanın dönmekten memnuniyeti 
İnsanların utancı dünyaya dönüşmekten 
İnsanlar 
Onların birer kırba hepsi 
Dış tarafları köseledir 
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi 
Utanır ıslanmış köseleden insanlar 
SAHİPSİZ BİR UTANÇ HEPSİ. 

Şivekar önceleri 
Arayışın ilk aşamasında 
Bu utancı sadece seyretmekteydi. 
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın 
Takındığı birkaç parça mücevher 
Bir şehirden başka şehre göçerken 
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken 
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı. 
Daha sonra ve fakat 
İnsan dedikleri o sahipsiz utançla 
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu 
İnsanlık utancından 
En külliyetli payı o aldı. 

Aradı 
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı 
Karnı aç 
Üstü başı lime lime 
Artık narin ayakları çiziklerle dolu 
Dirsekleride yara kabukları 
Gerçi bu kadarı, böylesi 
Başlarken hiç akla gelmezdi 
Lakin hayret! 
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor 
Arayanın aramaktan başka derdi yok. 

Vakti bilmek için 
Diyor kendi kendine 
Haber almak sadece bir başlangıçtı 
Aradıkça dirisin 
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin. 
Aradın ve anladın 
Haber almakla yol tüketilmiyor 
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan 
Senin kendin 
Haber olsa gerektir. 

Bak işte 
Bir parça kuru ekmek 
Kim bilir kim düşürmüş 
Kim bilir kim ekmeği bir kenara 
Ayak altından çekmiş. 

Ne de sert! 

Şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği 
Diye düşündü şivekar 
O zaman dişim keser. 
Pırıl pırıl dereye 
Uzattı elindekini 
Belki eski kibrinden 
Kalma biraz halsizlik 
Belki bu ince suyun 
Cilveli alayişi 
Ekmek 
Dereye düşüverdi. 
Hem karnı aç 
Hem de avı nipet yaparmış gibi 
Su üstünde kıpırdanıyor 
Koştu o kuru ekmeğin 
Peşi sıra Şivekar 

Bir süre öyle gittiler 

O da ne? 

Dere görünmez oldu 
Harap bir tahta perde girdi 
Ekmekle Şivekar`ın arasına 
Genç kız gerilemedi 
Hem zaten vazgeçerse 
Ne yapacağı belli mi? 
Dönülecek bir yer 
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra. 

Suya girdi bulmak için ekmeğini 
Tahta perdeden öteye geçti. 

Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi. 
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli? 
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam 
Tastamam hepsi. 
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi. 

Kokusu çiçeklerin 
Otların, çalıların kısa cümlecikleri 
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti. 

İnsan bir resmin içine 
Bu kadar girebilir. 

Bu bahçede her şey hayran olunmak için 
Her şey kendine özen göstermiş 
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki 
Şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini 
Bir daha aklına hiç getirmedi 
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek? 
Kim bilir nereye gitti? 

Şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor 
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi 
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza 
Şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça 
Çok geçmeden gözlerinin önüne 

Ne diyelim? 
Resim içinde resim mi? 

Edebiyat burada bize yardım edemez. 

Bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek 
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi 
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır 
Ve terleriz 
Şivekar bizden biri 
Onun dilinden dökülen 
Bizim kelimelerimiz 
Saçma 
Ama başka ne sorulurdu ki? 
`` in misin, cin misin?`` 
Cevap verdi Hüsnü Yusuf: 
`` ne inim, ne cinim`` 
`` ben de senin gibi bir beni Ademim``



















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...