Aliya
İzzetbegoviç Konuşmalar

Şehir o günlerde
patlamalardan dolayı tam bir sarsıntı yaşıyordu. Havan mermisi patlamaları her
yönden görülebiliyordu. Yerde yatan bir kadın aniden haykırdı: ‘Başkanım,
korkmuyor musunuz?’ ‘Elbette korkuyorum’ dedim. Cevabımdan dolayı şaşkınlığa
uğradığı çok açıktı. ‘Ben de normal bir insanım ve ben de korkarım’ dedim
.jpg)

.jpg)

“Cesaret, hemen hemen
herkeste olduğu gibi, hiç korkmadığımız anlamına gelmez. Cesaret, güdülerinizi
korkularınızdan daha kuvvetli hale getiren şeydir.”
“Bombalar patlıyor ve bizler kendi ‘Saraybosna
ruletimizi’ oynuyorduk. Kimimiz su ve ekmek aramak, kimimiz işe gitmek için
dışarı çıkıyoruz ve savaş muhabirleri, barışın gelmesini bekleyerek otellerinde
oturuyorlar.”
“İnsanlara güvensizlik
duymayın. Başka türlü olduklarını ispat edene kadar, onlara güvenin. Şüphenin
size engel olmasına izin vermeyin. Bizler küçük bir komplo toplumu yaratmak
niyetinde değiliz. Her bireye ihtiyacımız var ve onlardan birçoğunu kaybettik.
Eğer bir kimse dürüstçe mücadele veriyorsa iyi biridir. Şu anda bunun dışında
hiçbir şeyin önemi yok.”
“Eğer mantıklı
davranmış olsaydık, 1992 Nisanının sonunda ya da Mayısın başında teslim olmamız
gerekirdi. Dünyanın bütün mantığı bize karşı. Ve şimdi bizler ‘mantıksız’
insanlarız. Ne yiyeceğimiz ne de cephanemiz var. Ancak yine de savaşacağız ve
kazanacağız. Hepsi bu. Halkımız iyi ve cesurdur.”
“İnanın bana tüm bu acı
tecrübelerden sonra bile insanlardan nefret etmiyorum. Her şeyin güzel
neticeleneceğine ve bu cehennemden bir çıkış olduğuna dair ümit etmemi sağlayan
şey işte budur.”
“Görüyorsunuz, Allah
bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor; kadınlarımız ve
çocuklarımız öldürülüyor; camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onları ne de onların
kadın ve çocuklarını öldürmek, ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak
istemiyoruz. Çünkü bazı istisnalar olsa da bu bizim tarzımız değil. Bazı
askerler burada ve bunu onlara söyleme fırsatı buluyorum. Bu herkese
ulaştırmamız gereken bir mesaj. Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve
politik duruşa saygılıyız.”
“İnsanlar tarihe
hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve o ne derse o olur. …. İnsanlar tarihi
yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur
liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir. Yapmamız gereken, mümkün olan en
iyi şekilde savaşmak, çalışmak ve bilincimizin ve kapasitemizin en üst
düzeylerini ortaya koymaktır.”
"Komşularımız,
tıpkı sarhoşların ayıldıktan sonra yaptıkları gibi sakinleşecekler. Onlar
ulusçuluk ve nefretle sarhoş oldular."
“Bunlar beni aldılar ve
Lukovica yakınlarında bir kaleye götürüp hapsettiler. Aynı gün kışlalardaki
askerler de Yugoslav Ordusunun kuşattığı Saraybosna’ya karşı mevzilenmişlerdi.
Saraybosna askeri bölgesinin komutanı General Kukanjaz bu kışlaların birinde
tutuklandı. Ben geceyi Lukovica Kalesi’nde geçirdim ve hayatımda ilk defa
–inşallah son defa olur- gözümü hiç kapatmadım. Kızım da yanımdaydı ve o benim
hem sekreterim hem de tercümanımdı. Onu bir kadın doktor başka bir odaya götürdü
ve ben onun için çok endişelendiğimden sabaha kadar hiç uyuyamadım. Bu sebeple
bende bir bozulma oldu. Kendimi normal bir insan olarak düşünmüyorum, zira o
günden beri korku denen olayı artık tanımıyorum.”
“Bu Sırp toplumu nasıl
bir toplumdur ki, böyle bir harekete girişti? Ben şahsen bunu açıklayamıyorum.
Alman halkı Yahudileri sistematik usullerle nasıl gaz odalarına gönderdi ve
vahşice öldürdü? Bir Alman ile karşılaştığınızda kendi kendinize “bu insanların
böyle bir şeyi yapması mümkün müdür?” diye soruyorsunuz. Benim cevabım, hayır.
Bu Alman halkının değil Alman idarecilerinin işidir. Toplumlarını bu yola onlar
sevk etmişlerdir. Alman toplumu normal bir toplumdur. Fakat öldürülenler de bu
toplumun içindeydiler. Bu vahşice cinayetleri gerçekleştirebilmek için binlerce
vatandaşlarını nasıl ikna edebildiklerini izah etmeyi bir gün
becerebileceklerinden asla emin değilim. Hele bazılarının Sırpları aynı
katliamları yapmak için nasıl ikna edebildikleri hiç açıklanamayacaktır. Bu
entelektüel bir cinayettir.”
.jpg)
“Kendi payıma iddia ediyorum ki, insan tabiatının özü potansiyel olarak iyilikten çok kötülüğe meyyaldir. İnsanları hoşgörülü olmaya ikna etmek, düşmanı vahşice katletmeye ikna etmekten çok daha zordur.”
GAZETECİ: Müdahale etmemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Pasiflikten mi, umursamazlıktan mı, ihanetten mi veya Sırplarla suç ortağı olduklarından mı?
ALİYA: Ben Batı‟nın müdahale etmediğini asla düşünmedim! Batı esasında –kendileri açısından- önemli bir müdahalede bulundu ve dünya bunu bilmek zorundadır! Batı buraya geldi, bizim elimizi kolumuzu bağladı ve çekip gitti. Batı‟nın müdahalesi askeri ambargo koymak oldu. Hem benim ülkem işgal ediliyor ve hem de hiçbir şey yapmayalım diye elimiz kolumuz bağlanıyor.
“Olaylar yavaş yavaş bizim lehimize dönüyor. Ve şimdi bu durumu bir sona bağlamak için hem cesarete, hem de ferasete ihtiyacımız var.”
“Önemli olan, bir insanın dövüşmek için ne denli kuvvetli olduğu değil, sizlerin mücadeleyi omuzlamak için ne kadar güçlü olduğunuzdur.”
“Bosna ahlâkî bir meseledir.”
“Bosna bugün başka bir şey, o değişti artık. 200.000 insan öldürüldü, en abartısız tahminlere göre 600.000 insan yurtlarından sürüldü, 800 cami yıkıldı, yüzlerce kasaba ve köy yerle bir edildi.”
“Bosna‟yı dize getirebilmek için en az beş milyon bomba atıldı. Fakat Bosna cefa çekti, tahammül etti ve acıya katlandı. Allah‟a şükür!”
“Peygamberimiz, oldukça çetin bir savaştan dönerken, küçük savaştan büyük savaşa gittiğini söylemiştir. Gerçekten de nihayet barış yapıldığında bizi bekleyen şeyler kolay olmayacak. Yalnızca savaşın olduğu günleri sık sık düşüneceğimizden korkuyorum. Bir insan hastalandığında tek dileğinin iyileşmek olduğu söylenir. Ve iyileştiğinde ise yüzlerce şey ister ve kimi zaman yatakta olduğundan daha mutsuz olur. Aynı durum, bizim gibi savaş ortamında yaşayan insanlar için de söz konusudur.”
“Eğer dürüst olan ile kabiliyetli olan arasında bir tercih yapmak durumunda kalırsanız, dürüst olanı seçiniz.”
“Pek çoğunuzdan farklı olarak, savaş boyunca yara almaksızın kaldığım için, kendimi bir biçimde küçük, hepinizden daha küçük görüyorum ve burada sizlerin arasında olmaktan çok büyük onur duyuyorum. Aslında savaş süresince zamanımın çoğunu Saraybosna‟da geçirdiğim için pek çok kez yaralanabilirdim. Çoğu zaman siper dahi almıyordum. Her gün işe gitmek üzere evimden çıkar ve büromdan tekrar evime dönerdim. Saraybosna‟ya iki bin bombanın düştüğü günler oldu ve gördüğünüz gibi yaralanmadım. Ancak bazılarınız yaralandı ve kendimi bu gün burada bulunan, kolunu, bacağını, gözünü vb. uzuvlarını kaybetmiş olan insanlardan daha küçük hissediyorum.” “Sa‟y, Hacer ve oğlu İsmail‟e dair bir anmadır. Yani, bu bir hatırlamadır ve hatırlama gelişmiş ve medeni halklarla, geri kalmış ve ilkel halkları birbirinden ayıran bir şeydir. Medeni halkların anıları vardır. Önemli şeyleri hatırlayan halklar, tarih dediğimiz şeye sahip olurlar.”

“Sa’y, Hacer ve oğlu
İsmail’e dair bir anmadır. Yani, bu bir hatırlamadır ve hatırlama gelişmiş ve
medeni halklarla, geri kalmış ve ilkel halkları birbirinden ayıran bir şeydir.
Medeni halkların anıları vardır. Önemli şeyleri hatırlayan halklar, tarih
dediğimiz şeye sahip olurlar.”
“Tarihte hiçbir şeyin
kesinliği ve garantisi yoktur. Derler ki tarih, beklenmedik olaylar hakkındaki
bir hikâyedir. Bu, büyük oranda ve çoğu kez öngörülemeyen bir faktörün
olayların akışına müdahale etmesi yüzündendir. Biz de bu faktörlerden biri
olabiliriz, ki zaten öyleyiz. İşte bu yüzden ne kadar aktif olursak şansımız da
o oranda büyük olacaktır.”
“Tüm çabalarımıza
rağmen üretimi artıramadık. Dolayısıyla yapabileceğimizden daha azını
başardığımızı düşünüyorum. Para biriminin değerini sabitleyemedik. Bu dinarın
da şu bononun da hiçbir değeri yok. Belki de yapabileceğimiz halde konut
reformunu gerçekleştiremedik. Slovenya, kendi para biriminin karşılığı olarak
değerlendirdiği 200-300 milyon doları konut reformundan sağladı. Oysa biz konut
reformunun etrafında iki yıldır dönüp dolanıyoruz ve bir türlü de
bitiremiyoruz. Dahası devlet bütçesine az ya da çok istikrarlı bir gelir
kaynağı sağlayamadık. Bu alanda en iyi kararları aldığımızı düşünmüyorum. Bu
yüzden sağlık, eğitim, devlet demokrasisi, adalet ve emekli aylıkları
yürümüyor. Sanırım bu alanda daha iyisini yapabilirdik. Bosna-Hersek gümrük
sınırından son 6 ayda en azından 200 bin ton ticari eşya girdi. Her kilogramı
bir mark olarak hesap edersek, toplamı 200 milyon mark eder. Eğer doktorlar,
pratik olarak, yardımlardan geçiniyorlarsa durum ümitsiz demektir. İnsanlarımız
dışarıya gidiyor, iş buluyor ve geri dönmüyorlar. Adalet sistemimiz çürüyor.
Yargıçlar, daha çok kazanabilecekleri avukatlığa dönüyorlar. Hükümetimiz, belli
kategorideki insanların maaşını ne yapıp edip bulmak, ödemek zorundadır. Adalet
olmadan hiçbir şey olmaz, zira adliye kurumu olmadan devlet hayatiyetini
sürdüremez.”
“Bizde kötü bir adet
var. O adet de, önceki sistemden kaldı. Herkes ortaya çıkıp şöyle der: ‘Biz
şunları şunları yaptık, şunları planlıyoruz, şunlar şunlar gereklidir, şöyle
yaparız, böyle ederiz vs.’ Oysa şunu söylemek gerekiyor: ‘Biz şunları şunları
yaptık, şunları ise yapamadık.’ Ne yapacağımızı her bakan kendine saklasın. O
bize, ‘Biz bu konuda çalışmak zorundayız, biz şunları yapmayı planlıyoruz’
yerine sözgelimi beş bin mültecinin evlerine geri döndüğünü söyleyebilmelidir.
Sonra da mültecileri evlerine geri getirmenin gerekliliğine dair Viyana’da
‘Amerika’nın yeniden keşfedildiği’ toplantılar düzenleniyor. Çünkü bu, insanlık
dışı bir durummuş; çünkü onlar yurtlarından ayrıymışlar vs. Bu sempozyumu
düzenlemek yerine on kişiyi evlerine geri döndürmek, sanırım daha yararlıdır.
Kendi evine dönmüş, orduya veya işyerine katılmış on kişi, hiçbir hayrın
gelmediği kâğıt parçaları ve boş sözlere göre çok daha büyük iştir.”
“Eğer o çocuklarla olan
konuşmalarımla bazı aydınlarımızla olan konuşmalarımı kıyaslayacak olursam, o
zaman bu kıyaslama benim ölçülerime göre kesinlikle bu ikincilerin aleyhinedir.
Çocuklar kim oldukları ve burada nelerin olup bittiği konusunda çok net bir
bilince sahipler, bazı aydınlarda ise bu yok! O aydınlardan biri bana ‘Ben tüm
bunların dışındayım, ben tarafsızım’ diyor. Güya tarafsızmış! Ben de ona şöyle
dedim: ‘Biliyor musun ben “düşman”ı lanetlerim, ama sıra “tarafsız”a gelince,
onlar tükürülmeye lâyıktır!”
“Bizim çocuklarımız
‘olayın dışında’ olmadıkları gibi, tarafsız da değiller. Onlar nereye ait olduklarını
biliyorlar.”
“Benim hoşgörüm, Avrupa
değil Müslüman kökenlidir. Eğer hoşgörülü isem; bu, öncelikle Müslüman sonra
Avrupalı olduğum için böyledir. Avrupa, apaçık olgulara rağmen, kendisini
hiçbir zaman kurtaramadığı bazı yanılgılara sahiptir. Örneğin bu savaş
sırasında, Bosna’da yüzlerce kilise ve camii yok edildi. Hepsini de
“Avrupalılar” yok etti; hiçbirini Müslümanlar yıkmadı.”
“Benim halkım, güneşin
altındaki yerini bizzat kendisi almak zorundadır. Ona özgürlüğü, birilerinin
‘tepside’ sunması doğru olmaz. Dolayısıyla doğrudan yardımınızı talep
etmiyoruz. Var olma savaşımızda bize engel olmamanızı istiyoruz.”
“Ayrıca söz konusu bir
diğer şey, Batı dünyasının, konforun, servetin, zevk ve sefanın sonucu olarak
ahlâki yönden zayıfladığıdır. Onları doğrudan etkilemeyen bir adalet sorunu
için riske girmeyi ya da ölmeyi istemiyorlar. Servet ve idealler birlikte
yürümezler. Tarih daima aynı hikâyeyi tekrarlar: Ölmeye hazır olan insanlar,
ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler. Her durumda, ikinci sınıf
insanlar daha zengin ve görünürde daha güçlüdürler. Görünürde, diyorum çünkü
güç ve zaaf yalnızca gönül meselesidir.”
“Benim otorite ve
yetkimi sanırım abartıyorsunuz. Bildiğim bir şey varsa o da, işimin çok olduğu,
sürekli acele ettiğim, işlere zor yetiştiğim ve bana fazla danışmadan fakat
işini dürüstçe ve doğru yapan herkese sonsuz teşekkür borçlu olduğumdur.”
“Biz Bosnalı
Müslümanlar, Avrupa’nın bize niçin yardım etmediğini sormayı neredeyse
bıraktık. Ancak, pek çok Müslüman ülkenin, Bosna Müslümanlarının trajedisini
neden duymak istemediklerini soruyoruz.”
“Sanırım 15-16
yaşlarındayken bir ara dinden uzaklaştığımı hatırlıyorum. Genç bir insan olarak
okumayı seviyordum; bu durumda okuduğum kitapların etkisi olabilir. Okuduğum
kitaplar arasında ateist düşünceyi içeren kitaplar da vardı. Ama bu durum uzun
sürmedi. 17 yaşındayken kesin olarak İslâm’a dönüş yaptım ve bu güne kadar bu
yoldan ayrılmadım. İslâm’a dönüşümü etkileyen en önemli unsur komünizme ve
faşizme karşı duyduğum derin nefretti. Bu gün de her iki ideolojiden nefret
ediyorum.”
“Osmanlı’nın geri
geleceği beklentisi içinde olan Müslümanlar okula bile gitmediler. Bu süreçte
Müslümanlar için 30 yıllık bir zaman kaybedildi. Bu arada halkın zengin ve
eğitimli elit kesimi Türkiye’ye göç etti. Geride sadece fakirler kaldı.”
“Türkiye bize çok
yardım etmiştir. Bu yardımların mahiyetini bugün bile tam olarak açıklayamam.
Bu bağlamda Türk halkına yardımları için müteşekkirim.”“Aynen
Türkiye gibi Bosna Hersek’in de Doğu ile Batı arasında köprü olması gerektiğini
düşünüyorum. Bosna iki güçlü kaynağa, Batı kültürü ve Doğu geleneğine yaslanmak
zorunda.. İşte bu Boşnakların ve Türklerin çözmesi gereken temel sorundur.”
Özgürlüğe kaçışım (zindandan notlar) adlı
.jpg)
öncelikle yazılış
serüveniyle okuyucuyu büyülüyor. hapishane hayatı boyunca Aliya'nın yapmış
olduğu okumalardan aldığı notlar ve bu notlardan yola çıkarak yaptığı
değerlendirmeler, düşünsel çıkarımlar, sonuç cümleleri veya aklına birden bire
gelen fikir parıltıları.. bu notları küçük küçük not defterlerine ayrı ayrı
yazmış ve her birini ayrı bir arkadaşının dolabında saklamış. arkadaş dediysek,
katilden hırsızlıktan ve gasptan ve benzeri suçlardan yatan insanlar. ayrıca bu
notları yazarken birçok kelimenin yerine şifre olarak başka bir kelime koymuş
ki yakalanırsa yasaklamalardan geçebilsin.. bu durumu Aliya kitabın önsözünde
anlatıyor.. okumadan geçmeyelim cemaati müslimin.. ama burda insanı düşündüren
şey şu: insan azmi ve gayretiyle her ortamda kendisini yetiştirmeye imkan
bulabilir, yürümek için koridorları kendimiz açabiliriz.. bahaneler ve
tembellikler asla bu gerçeği ortadan kaldıramaz. Aliya bunun örneğidir.. Zor
şartlar, zaman darlığı, imkan kısıtlılığı gibi bahaneler ancak kendi
tembelliğimizin hayal ürünü olarak ortaya çıkmaktadır..
***
Bu kitapta Aliya'nın
hayatı sorgulamakla başlayarak, komünizmi kapitalizmi materyalizmi darvin'in ve
freud'un görüşlerini sorgulamaya düşünmeye telif ve sentez yapıp
karşılaştırmaya kadar, bu çağın ve bütün çağların sorunlarını ele aldığını
görüyoruz... Aliya okumalarını hem doğu hem de batı dünyasından seçtiği veya
ulaşabildiği eserler, ama mutlaka temel sayılabilecek eserler üzerinden yapmış.
Okumaları din, sanat, felsefe ağırlıklı. Bunların yanında uzakdoğuya ait bazı
bilgiler de veriyor. Ama ağırlık ne tarafta diye sorarsanız batılı yazarların
eserleri ağırlıkta derim. fakat bu durum müslüman bir fikir adamının ferasetini
azaltmamıştır. her değerlendirmesinde islami kimliğini muhafaza etmiştir.
***
Aliya'yı okurken doğulu
birçok yazarda olmayan bir şeyle de karşılaşıyoruz.. Düşüncelere saygılı olma
ve kişileri eleştirirken hakkaniyeti gözetme ile ayrıca kendi düşüncelerini
beyan ederken birçok noktada şahsi olabileceğini söyleyen bir sözcük ilavesiyle
yanılma payı bırakma veya bazı şartlar altında o söylediğinin geçerli
olabileceği kaydını getirme şeklinde bir üslup ve bu üslubun okuyucuya
kazandırdığı önyargısız düşünebilme yeteneği..
****
Ancak her yazar
okunurken olduğu gibi Aliya okunurken de onun içinde bulunduğu şartlara göre
bazı şeyleri önplana çıkarıp bazı zorunluluklardan kurtulamamış olmasını
düşünmeliyiz, acil ihtiyacı olan bazı şeyleri elde etmek isteyen bir toplumun
bazı ayrıntıları yeterince görememe gibi bir zaafı olabilir, bunu o yazarın
temel düşüncesi olarak görmek ise yanlıştır. örneğin Aliya'nın demokrasiyi
savunması ve övmesi böyle bir yanlış anlaşılmaya kurban gidebilir. o (bence)
bir rejim ve ideoloji olarak demokrasiyi savunmak istememiştir, insanın özgür
bir biçimde karar verebileceği, şahsiyetini yitirmeyeceği bir idare sistemi
olması gerektiğini düşünerek ve içinde yaşadığı dünyanın sunduğu idare
sistemleri ve ülkesinin ve toplumunun acil ihtiyaçlarını tartmış, demokratik
bir yönetime geçmenin aciliyetini görmüş olabilir. Aliya'nın referans olarak
devamlı Kur'an'ı göstermesi de, arkasından gelen toplumun izlemesi gereken
yolun Kuran yolu olması gerektiğine bir işaret sayılabilir. belki Aliya biraz
daha dışardan bakabilseydi veya o acıları o felaketleri yaşayan ve sorumluluğu
hisseden biri olarak değil de bizim gibi rahat koltuğunda oturup yazısını
yaabilseydi demokrasinin çarpıklığını da görüp onu da daha sistemli bir şekilde
eleştirebilirdi. Aliya'nın insanların ferdi özgürlüklerine sahip olması
gerektiğine dair vurgulu düşünceleri, onu demokrasiyi savunmaya götürmüş
olabilir. ancak o bu özgürlüklerin insanda olması gerektiğinin kurani bir ifade
de olduğunu söyler aynı zamanda. özgürlük Allahın insana verdiği temel bir
özelliktir. bu anlamda özgür olamayan bir kişi insan da olamayacaktır. bunun en
belirgin örneklerini sosyalist yönetimlerin yönettiği halklarda görmüş biri
olarak Aliya bunu savunmakta çok haklı gözükmektedir. Belki sosyalizmi
komünizmi eleştirdiği kadar kapitalizmi eleştirmemesi de bu yaşadığı ortama
bağlı olarak anlaşılmalıdır.
***
onun bu kitabı daha çok
okumalarından aldığı notlardan yola çıkarak oluşturulmuş olduğu için ve bosna
savaşından önce kaleme alındığı için
tarihi bağlamından soyutlanarak okunamaz derim. Aliya'yı Aliya yapanın
da İslâm'a olan bağlılığı, samimiyeti ve hayranlığıdır. Onun bu denli sağlam
bir müslüman olması asla unutulmamalı ve bize bıraktığı mirasın sadece Bosna
mücadelesi olmadığını aynı zamanda bu kitaplar ve daha da önemlisi
"düşünmeye çağrı" olduğunu lütfen ama lütfen unutmayalım.. Aliya müslüman
olmakla kişinin düşünmeden muaf tutulamayacağını, asıl düşünmeyen bir kişinin
müslümanlığından bir fayda gelmeyeceğini bilen, gören, gösteren adam..
Yorumlar
Yorum Gönder