Ana içeriğe atla

Aliya İzzetbegoviç Konuşmalar

Aliya İzzetbegoviç Konuşmalar

 Şehir o günlerde patlamalardan dolayı tam bir sarsıntı yaşıyordu. Havan mermisi patlamaları her yönden görülebiliyordu. Yerde yatan bir kadın aniden haykırdı: ‘Başkanım, korkmuyor musunuz?’ ‘Elbette korkuyorum’ dedim. Cevabımdan dolayı şaşkınlığa uğradığı çok açıktı. ‘Ben de normal bir insanım ve ben de korkarım’ dedim
“Cesaret, hemen hemen herkeste olduğu gibi, hiç korkmadığımız anlamına gelmez. Cesaret, güdülerinizi korkularınızdan daha kuvvetli hale getiren şeydir.”
 “Bombalar patlıyor ve bizler kendi ‘Saraybosna ruletimizi’ oynuyorduk. Kimimiz su ve ekmek aramak, kimimiz işe gitmek için dışarı çıkıyoruz ve savaş muhabirleri, barışın gelmesini bekleyerek otellerinde oturuyorlar.”

“İnsanlara güvensizlik duymayın. Başka türlü olduklarını ispat edene kadar, onlara güvenin. Şüphenin size engel olmasına izin vermeyin. Bizler küçük bir komplo toplumu yaratmak niyetinde değiliz. Her bireye ihtiyacımız var ve onlardan birçoğunu kaybettik. Eğer bir kimse dürüstçe mücadele veriyorsa iyi biridir. Şu anda bunun dışında hiçbir şeyin önemi yok.”

“Eğer mantıklı davranmış olsaydık, 1992 Nisanının sonunda ya da Mayısın başında teslim olmamız gerekirdi. Dünyanın bütün mantığı bize karşı. Ve şimdi bizler ‘mantıksız’ insanlarız. Ne yiyeceğimiz ne de cephanemiz var. Ancak yine de savaşacağız ve kazanacağız. Hepsi bu. Halkımız iyi ve cesurdur.”

“İnanın bana tüm bu acı tecrübelerden sonra bile insanlardan nefret etmiyorum. Her şeyin güzel neticeleneceğine ve bu cehennemden bir çıkış olduğuna dair ümit etmemi sağlayan şey işte budur.”

“Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor; kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor; camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onları ne de onların kadın ve çocuklarını öldürmek, ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak istemiyoruz. Çünkü bazı istisnalar olsa da bu bizim tarzımız değil. Bazı askerler burada ve bunu onlara söyleme fırsatı buluyorum. Bu herkese ulaştırmamız gereken bir mesaj. Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve politik duruşa saygılıyız.”

“İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve o ne derse o olur. …. İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir. Yapmamız gereken, mümkün olan en iyi şekilde savaşmak, çalışmak ve bilincimizin ve kapasitemizin en üst düzeylerini ortaya koymaktır.”

"Komşularımız, tıpkı sarhoşların ayıldıktan sonra yaptıkları gibi sakinleşecekler. Onlar ulusçuluk ve nefretle sarhoş oldular."

“Bunlar beni aldılar ve Lukovica yakınlarında bir kaleye götürüp hapsettiler. Aynı gün kışlalardaki askerler de Yugoslav Ordusunun kuşattığı Saraybosna’ya karşı mevzilenmişlerdi. Saraybosna askeri bölgesinin komutanı General Kukanjaz bu kışlaların birinde tutuklandı. Ben geceyi Lukovica Kalesi’nde geçirdim ve hayatımda ilk defa –inşallah son defa olur- gözümü hiç kapatmadım. Kızım da yanımdaydı ve o benim hem sekreterim hem de tercümanımdı. Onu bir kadın doktor başka bir odaya götürdü ve ben onun için çok endişelendiğimden sabaha kadar hiç uyuyamadım. Bu sebeple bende bir bozulma oldu. Kendimi normal bir insan olarak düşünmüyorum, zira o günden beri korku denen olayı artık tanımıyorum.”



“Bu Sırp toplumu nasıl bir toplumdur ki, böyle bir harekete girişti? Ben şahsen bunu açıklayamıyorum. Alman halkı Yahudileri sistematik usullerle nasıl gaz odalarına gönderdi ve vahşice öldürdü? Bir Alman ile karşılaştığınızda kendi kendinize “bu insanların böyle bir şeyi yapması mümkün müdür?” diye soruyorsunuz. Benim cevabım, hayır. Bu Alman halkının değil Alman idarecilerinin işidir. Toplumlarını bu yola onlar sevk etmişlerdir. Alman toplumu normal bir toplumdur. Fakat öldürülenler de bu toplumun içindeydiler. Bu vahşice cinayetleri gerçekleştirebilmek için binlerce vatandaşlarını nasıl ikna edebildiklerini izah etmeyi bir gün becerebileceklerinden asla emin değilim. Hele bazılarının Sırpları aynı katliamları yapmak için nasıl ikna edebildikleri hiç açıklanamayacaktır. Bu entelektüel bir cinayettir.”















“Kendi payıma iddia ediyorum ki, insan tabiatının özü potansiyel olarak iyilikten çok kötülüğe meyyaldir. İnsanları hoşgörülü olmaya ikna etmek, düşmanı vahşice katletmeye ikna etmekten çok daha zordur.”
GAZETECİ: Müdahale etmemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Pasiflikten mi, umursamazlıktan mı, ihanetten mi veya Sırplarla suç ortağı olduklarından mı?
ALİYA: Ben Batı‟nın müdahale etmediğini asla düşünmedim! Batı esasında –kendileri açısından- önemli bir müdahalede bulundu ve dünya bunu bilmek zorundadır! Batı buraya geldi, bizim elimizi kolumuzu bağladı ve çekip gitti. Batı‟nın müdahalesi askeri ambargo koymak oldu. Hem benim ülkem işgal ediliyor ve hem de hiçbir şey yapmayalım diye elimiz kolumuz bağlanıyor.
“Olaylar yavaş yavaş bizim lehimize dönüyor. Ve şimdi bu durumu bir sona bağlamak için hem cesarete, hem de ferasete ihtiyacımız var.”
“Önemli olan, bir insanın dövüşmek için ne denli kuvvetli olduğu değil, sizlerin mücadeleyi omuzlamak için ne kadar güçlü olduğunuzdur.”
“Bosna ahlâkî bir meseledir.”
“Bosna bugün başka bir şey, o değişti artık. 200.000 insan öldürüldü, en abartısız tahminlere göre 600.000 insan yurtlarından sürüldü, 800 cami yıkıldı, yüzlerce kasaba ve köy yerle bir edildi.”
“Bosna‟yı dize getirebilmek için en az beş milyon bomba atıldı. Fakat Bosna cefa çekti, tahammül etti ve acıya katlandı. Allah‟a şükür!”
“Peygamberimiz, oldukça çetin bir savaştan dönerken, küçük savaştan büyük savaşa gittiğini söylemiştir. Gerçekten de nihayet barış yapıldığında bizi bekleyen şeyler kolay olmayacak. Yalnızca savaşın olduğu günleri sık sık düşüneceğimizden korkuyorum. Bir insan hastalandığında tek dileğinin iyileşmek olduğu söylenir. Ve iyileştiğinde ise yüzlerce şey ister ve kimi zaman yatakta olduğundan daha mutsuz olur. Aynı durum, bizim gibi savaş ortamında yaşayan insanlar için de söz konusudur.”
“Eğer dürüst olan ile kabiliyetli olan arasında bir tercih yapmak durumunda kalırsanız, dürüst olanı seçiniz.”
“Pek çoğunuzdan farklı olarak, savaş boyunca yara almaksızın kaldığım için, kendimi bir biçimde küçük, hepinizden daha küçük görüyorum ve burada sizlerin arasında olmaktan çok büyük onur duyuyorum. Aslında savaş süresince zamanımın çoğunu Saraybosna‟da geçirdiğim için pek çok kez yaralanabilirdim. Çoğu zaman siper dahi almıyordum. Her gün işe gitmek üzere evimden çıkar ve büromdan tekrar evime dönerdim. Saraybosna‟ya iki bin bombanın düştüğü günler oldu ve gördüğünüz gibi yaralanmadım. Ancak bazılarınız yaralandı ve kendimi bu gün burada bulunan, kolunu, bacağını, gözünü vb. uzuvlarını kaybetmiş olan insanlardan daha küçük hissediyorum.” “Sa‟y, Hacer ve oğlu İsmail‟e dair bir anmadır. Yani, bu bir hatırlamadır ve hatırlama gelişmiş ve medeni halklarla, geri kalmış ve ilkel halkları birbirinden ayıran bir şeydir. Medeni halkların anıları vardır. Önemli şeyleri hatırlayan halklar, tarih dediğimiz şeye sahip olurlar.”






“Sa’y, Hacer ve oğlu İsmail’e dair bir anmadır. Yani, bu bir hatırlamadır ve hatırlama gelişmiş ve medeni halklarla, geri kalmış ve ilkel halkları birbirinden ayıran bir şeydir. Medeni halkların anıları vardır. Önemli şeyleri hatırlayan halklar, tarih dediğimiz şeye sahip olurlar.”

“Tarihte hiçbir şeyin kesinliği ve garantisi yoktur. Derler ki tarih, beklenmedik olaylar hakkındaki bir hikâyedir. Bu, büyük oranda ve çoğu kez öngörülemeyen bir faktörün olayların akışına müdahale etmesi yüzündendir. Biz de bu faktörlerden biri olabiliriz, ki zaten öyleyiz. İşte bu yüzden ne kadar aktif olursak şansımız da o oranda büyük olacaktır.”
“Tüm çabalarımıza rağmen üretimi artıramadık. Dolayısıyla yapabileceğimizden daha azını başardığımızı düşünüyorum. Para biriminin değerini sabitleyemedik. Bu dinarın da şu bononun da hiçbir değeri yok. Belki de yapabileceğimiz halde konut reformunu gerçekleştiremedik. Slovenya, kendi para biriminin karşılığı olarak değerlendirdiği 200-300 milyon doları konut reformundan sağladı. Oysa biz konut reformunun etrafında iki yıldır dönüp dolanıyoruz ve bir türlü de bitiremiyoruz. Dahası devlet bütçesine az ya da çok istikrarlı bir gelir kaynağı sağlayamadık. Bu alanda en iyi kararları aldığımızı düşünmüyorum. Bu yüzden sağlık, eğitim, devlet demokrasisi, adalet ve emekli aylıkları yürümüyor. Sanırım bu alanda daha iyisini yapabilirdik. Bosna-Hersek gümrük sınırından son 6 ayda en azından 200 bin ton ticari eşya girdi. Her kilogramı bir mark olarak hesap edersek, toplamı 200 milyon mark eder. Eğer doktorlar, pratik olarak, yardımlardan geçiniyorlarsa durum ümitsiz demektir. İnsanlarımız dışarıya gidiyor, iş buluyor ve geri dönmüyorlar. Adalet sistemimiz çürüyor. Yargıçlar, daha çok kazanabilecekleri avukatlığa dönüyorlar. Hükümetimiz, belli kategorideki insanların maaşını ne yapıp edip bulmak, ödemek zorundadır. Adalet olmadan hiçbir şey olmaz, zira adliye kurumu olmadan devlet hayatiyetini sürdüremez.”

“Bizde kötü bir adet var. O adet de, önceki sistemden kaldı. Herkes ortaya çıkıp şöyle der: ‘Biz şunları şunları yaptık, şunları planlıyoruz, şunlar şunlar gereklidir, şöyle yaparız, böyle ederiz vs.’ Oysa şunu söylemek gerekiyor: ‘Biz şunları şunları yaptık, şunları ise yapamadık.’ Ne yapacağımızı her bakan kendine saklasın. O bize, ‘Biz bu konuda çalışmak zorundayız, biz şunları yapmayı planlıyoruz’ yerine sözgelimi beş bin mültecinin evlerine geri döndüğünü söyleyebilmelidir. Sonra da mültecileri evlerine geri getirmenin gerekliliğine dair Viyana’da ‘Amerika’nın yeniden keşfedildiği’ toplantılar düzenleniyor. Çünkü bu, insanlık dışı bir durummuş; çünkü onlar yurtlarından ayrıymışlar vs. Bu sempozyumu düzenlemek yerine on kişiyi evlerine geri döndürmek, sanırım daha yararlıdır. Kendi evine dönmüş, orduya veya işyerine katılmış on kişi, hiçbir hayrın gelmediği kâğıt parçaları ve boş sözlere göre çok daha büyük iştir.”

“Eğer o çocuklarla olan konuşmalarımla bazı aydınlarımızla olan konuşmalarımı kıyaslayacak olursam, o zaman bu kıyaslama benim ölçülerime göre kesinlikle bu ikincilerin aleyhinedir. Çocuklar kim oldukları ve burada nelerin olup bittiği konusunda çok net bir bilince sahipler, bazı aydınlarda ise bu yok! O aydınlardan biri bana ‘Ben tüm bunların dışındayım, ben tarafsızım’ diyor. Güya tarafsızmış! Ben de ona şöyle dedim: ‘Biliyor musun ben “düşman”ı lanetlerim, ama sıra “tarafsız”a gelince, onlar tükürülmeye lâyıktır!”

“Bizim çocuklarımız ‘olayın dışında’ olmadıkları gibi, tarafsız da değiller. Onlar nereye ait olduklarını biliyorlar.”

“Benim hoşgörüm, Avrupa değil Müslüman kökenlidir. Eğer hoşgörülü isem; bu, öncelikle Müslüman sonra Avrupalı olduğum için böyledir. Avrupa, apaçık olgulara rağmen, kendisini hiçbir zaman kurtaramadığı bazı yanılgılara sahiptir. Örneğin bu savaş sırasında, Bosna’da yüzlerce kilise ve camii yok edildi. Hepsini de “Avrupalılar” yok etti; hiçbirini Müslümanlar yıkmadı.”

“Benim halkım, güneşin altındaki yerini bizzat kendisi almak zorundadır. Ona özgürlüğü, birilerinin ‘tepside’ sunması doğru olmaz. Dolayısıyla doğrudan yardımınızı talep etmiyoruz. Var olma savaşımızda bize engel olmamanızı istiyoruz.”

“Ayrıca söz konusu bir diğer şey, Batı dünyasının, konforun, servetin, zevk ve sefanın sonucu olarak ahlâki yönden zayıfladığıdır. Onları doğrudan etkilemeyen bir adalet sorunu için riske girmeyi ya da ölmeyi istemiyorlar. Servet ve idealler birlikte yürümezler. Tarih daima aynı hikâyeyi tekrarlar: Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler. Her durumda, ikinci sınıf insanlar daha zengin ve görünürde daha güçlüdürler. Görünürde, diyorum çünkü güç ve zaaf yalnızca gönül meselesidir.”

“Benim otorite ve yetkimi sanırım abartıyorsunuz. Bildiğim bir şey varsa o da, işimin çok olduğu, sürekli acele ettiğim, işlere zor yetiştiğim ve bana fazla danışmadan fakat işini dürüstçe ve doğru yapan herkese sonsuz teşekkür borçlu olduğumdur.”

“Biz Bosnalı Müslümanlar, Avrupa’nın bize niçin yardım etmediğini sormayı neredeyse bıraktık. Ancak, pek çok Müslüman ülkenin, Bosna Müslümanlarının trajedisini neden duymak istemediklerini soruyoruz.”

“Sanırım 15-16 yaşlarındayken bir ara dinden uzaklaştığımı hatırlıyorum. Genç bir insan olarak okumayı seviyordum; bu durumda okuduğum kitapların etkisi olabilir. Okuduğum kitaplar arasında ateist düşünceyi içeren kitaplar da vardı. Ama bu durum uzun sürmedi. 17 yaşındayken kesin olarak İslâm’a dönüş yaptım ve bu güne kadar bu yoldan ayrılmadım. İslâm’a dönüşümü etkileyen en önemli unsur komünizme ve faşizme karşı duyduğum derin nefretti. Bu gün de her iki ideolojiden nefret ediyorum.”

“Osmanlı’nın geri geleceği beklentisi içinde olan Müslümanlar okula bile gitmediler. Bu süreçte Müslümanlar için 30 yıllık bir zaman kaybedildi. Bu arada halkın zengin ve eğitimli elit kesimi Türkiye’ye göç etti. Geride sadece fakirler kaldı.”

“Türkiye bize çok yardım etmiştir. Bu yardımların mahiyetini bugün bile tam olarak açıklayamam. Bu bağlamda Türk halkına yardımları için müteşekkirim.”“Aynen Türkiye gibi Bosna Hersek’in de Doğu ile Batı arasında köprü olması gerektiğini düşünüyorum. Bosna iki güçlü kaynağa, Batı kültürü ve Doğu geleneğine yaslanmak zorunda.. İşte bu Boşnakların ve Türklerin çözmesi gereken temel sorundur.”


Özgürlüğe kaçışım  (zindandan notlar) adlı




öncelikle yazılış serüveniyle okuyucuyu büyülüyor. hapishane hayatı boyunca Aliya'nın yapmış olduğu okumalardan aldığı notlar ve bu notlardan yola çıkarak yaptığı değerlendirmeler, düşünsel çıkarımlar, sonuç cümleleri veya aklına birden bire gelen fikir parıltıları.. bu notları küçük küçük not defterlerine ayrı ayrı yazmış ve her birini ayrı bir arkadaşının dolabında saklamış. arkadaş dediysek, katilden hırsızlıktan ve gasptan ve benzeri suçlardan yatan insanlar. ayrıca bu notları yazarken birçok kelimenin yerine şifre olarak başka bir kelime koymuş ki yakalanırsa yasaklamalardan geçebilsin.. bu durumu Aliya kitabın önsözünde anlatıyor.. okumadan geçmeyelim cemaati müslimin.. ama burda insanı düşündüren şey şu: insan azmi ve gayretiyle her ortamda kendisini yetiştirmeye imkan bulabilir, yürümek için koridorları kendimiz açabiliriz.. bahaneler ve tembellikler asla bu gerçeği ortadan kaldıramaz. Aliya bunun örneğidir.. Zor şartlar, zaman darlığı, imkan kısıtlılığı gibi bahaneler ancak kendi tembelliğimizin hayal ürünü olarak ortaya çıkmaktadır..
***
Bu kitapta Aliya'nın hayatı sorgulamakla başlayarak, komünizmi kapitalizmi materyalizmi darvin'in ve freud'un görüşlerini sorgulamaya düşünmeye telif ve sentez yapıp karşılaştırmaya kadar, bu çağın ve bütün çağların sorunlarını ele aldığını görüyoruz... Aliya okumalarını hem doğu hem de batı dünyasından seçtiği veya ulaşabildiği eserler, ama mutlaka temel sayılabilecek eserler üzerinden yapmış. Okumaları din, sanat, felsefe ağırlıklı. Bunların yanında uzakdoğuya ait bazı bilgiler de veriyor. Ama ağırlık ne tarafta diye sorarsanız batılı yazarların eserleri ağırlıkta derim. fakat bu durum müslüman bir fikir adamının ferasetini azaltmamıştır. her değerlendirmesinde islami kimliğini muhafaza etmiştir.
***
Aliya'yı okurken doğulu birçok yazarda olmayan bir şeyle de karşılaşıyoruz.. Düşüncelere saygılı olma ve kişileri eleştirirken hakkaniyeti gözetme ile ayrıca kendi düşüncelerini beyan ederken birçok noktada şahsi olabileceğini söyleyen bir sözcük ilavesiyle yanılma payı bırakma veya bazı şartlar altında o söylediğinin geçerli olabileceği kaydını getirme şeklinde bir üslup ve bu üslubun okuyucuya kazandırdığı önyargısız düşünebilme yeteneği..
****
Ancak her yazar okunurken olduğu gibi Aliya okunurken de onun içinde bulunduğu şartlara göre bazı şeyleri önplana çıkarıp bazı zorunluluklardan kurtulamamış olmasını düşünmeliyiz, acil ihtiyacı olan bazı şeyleri elde etmek isteyen bir toplumun bazı ayrıntıları yeterince görememe gibi bir zaafı olabilir, bunu o yazarın temel düşüncesi olarak görmek ise yanlıştır. örneğin Aliya'nın demokrasiyi savunması ve övmesi böyle bir yanlış anlaşılmaya kurban gidebilir. o (bence) bir rejim ve ideoloji olarak demokrasiyi savunmak istememiştir, insanın özgür bir biçimde karar verebileceği, şahsiyetini yitirmeyeceği bir idare sistemi olması gerektiğini düşünerek ve içinde yaşadığı dünyanın sunduğu idare sistemleri ve ülkesinin ve toplumunun acil ihtiyaçlarını tartmış, demokratik bir yönetime geçmenin aciliyetini görmüş olabilir. Aliya'nın referans olarak devamlı Kur'an'ı göstermesi de, arkasından gelen toplumun izlemesi gereken yolun Kuran yolu olması gerektiğine bir işaret sayılabilir. belki Aliya biraz daha dışardan bakabilseydi veya o acıları o felaketleri yaşayan ve sorumluluğu hisseden biri olarak değil de bizim gibi rahat koltuğunda oturup yazısını yaabilseydi demokrasinin çarpıklığını da görüp onu da daha sistemli bir şekilde eleştirebilirdi. Aliya'nın insanların ferdi özgürlüklerine sahip olması gerektiğine dair vurgulu düşünceleri, onu demokrasiyi savunmaya götürmüş olabilir. ancak o bu özgürlüklerin insanda olması gerektiğinin kurani bir ifade de olduğunu söyler aynı zamanda. özgürlük Allahın insana verdiği temel bir özelliktir. bu anlamda özgür olamayan bir kişi insan da olamayacaktır. bunun en belirgin örneklerini sosyalist yönetimlerin yönettiği halklarda görmüş biri olarak Aliya bunu savunmakta çok haklı gözükmektedir. Belki sosyalizmi komünizmi eleştirdiği kadar kapitalizmi eleştirmemesi de bu yaşadığı ortama bağlı olarak anlaşılmalıdır.
***
onun bu kitabı daha çok okumalarından aldığı notlardan yola çıkarak oluşturulmuş olduğu için ve bosna savaşından önce kaleme alındığı için  tarihi bağlamından soyutlanarak okunamaz derim. Aliya'yı Aliya yapanın da İslâm'a olan bağlılığı, samimiyeti ve hayranlığıdır. Onun bu denli sağlam bir müslüman olması asla unutulmamalı ve bize bıraktığı mirasın sadece Bosna mücadelesi olmadığını aynı zamanda bu kitaplar ve daha da önemlisi "düşünmeye çağrı" olduğunu lütfen ama lütfen unutmayalım.. Aliya müslüman olmakla kişinin düşünmeden muaf tutulamayacağını, asıl düşünmeyen bir kişinin müslümanlığından bir fayda gelmeyeceğini bilen, gören, gösteren adam..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...