Ana içeriğe atla

Şiir olmadan, insan da düşünce de varolamaz / Yusuf Kaplan

Şiir olmadan, insan da düşünce de varolamaz

Yusuf Kaplan

                                                                                      
 Şiir olmadan, insan da, düşünce de varolamaz
Ünye’de yayımlanan “edebiyat ve düşünce dergisi” Kertenkele üzerinden şehrin ve hayatın, insanın ve hakikatin izini sürmeye başlamıştım.


Şunu diyordum: Türkiye’nin yaşadığı metamorfoz süreci, sanatı, “merkez” olarak görülen büyük kent’ten kovdu: Yapaylığın, sahteliğin, gösterinin, ayartının, kopyenin hükümferma olduğu sığ bir sanat ve düşünce vasatı üretti. Sanatı bayatlaştırdı, banalleştirdi.
Sanatın olmadığı yerde, fikir üretilemez. Has sanat, hakîkî fikrin ikiz kardeşi ve yol arkadaşıdır: Hakîkat fikri, “şehir”den kovulmuşsa, onun yerine sahteliğin konuluvermesi, kuruluvermesi kaçınılmazlaşır.
“Taşra” olarak görülen yerde, hakikatin mayası karılıyor Türkiye’de: Kertenkele, hakikatin, mayasının karıldığı, özenle yeşertildiği, yemiş vermeye durdurulduğu sahici, hakîkî, samîmî bir ruhun her sayfasına nüfûz ettiğini gördüğümüz bir ışık, Anadolu’dan yayılan bir ruh huzmesi.
Derginin son (Haziran-Ağustos) sayısında, “içsöz” olarak adlandırılan “editoryal”de, enfes bir şiir manifestosu var: Modern Türk şiirinin folklor üzerinden serencamını dört sayfada özenle tartışan bir ufuk-metin. Bu özgün metin bir hayli kışkırttı beni…

* * *Şiirsiz düşünce olmaz: Şiirin olmadığı yerde, düşünce de yoktur, hayat da.
Hegel, -Batı’da- şiirin bittiğinden sözederken, ruhunda ne tür fırtınalar esiyordu, bilmiyoruz… (Ruhunda gerçekten fırtınalar esiyor muydu Hegel’in, o da bir bahs-i diğer elbette.).
Gerçek, aslında Hegel’in tasvir ettiğinden daha başka, bambaşka bir “yerdeydi”: Şiir, Batı’da, tam da Hegel’in bittiğini söylediği “aralık”ta, “a’raf”ta varolmaya başlamıştı: Romantiklerden önce Batı’da -Blake’i filan dışta bırakacak olursak- şiir var mıydı, gerçekten?
Heidegger’in düşünceyi üreten değil, öldüren bir “araç” olarak nitelediği akıl, Batı’da Romantiklerle birlikte Batılı sanatçıları “akılalmaz” yolculuklara çıkmaya hüküm giydirmişti: Aydınlanma çağının bir yüzyıl içinde kıyasıya eleştirilmeye başlanmasından sonradır ki, Batı’da karşı-Aydınlanma çağının habercileri ve öncüleri Romantikler, Batı’da da şiir yazılabileceğini gösterdiler.

* * *Şiirin bu aralık’taki işlevi, modernliğin aklı dondurması ve hayatı kaskatı pozitivizmin prangalarına mahkûm ederek söndürmesi sürecinde, insana hayatı ve hakikati/ni hatırlatmaktı: Modernlik, tastamam bir ruhsuzlaşma biçimi üretiyordu: Hayatı yok ediyordu; insanı yok ediyordu; hakikati yok ediyordu: varlığa ve ruha kastetmişti her şeyden önce, bundan daha kötü bir şey olabilir miydi, insanın başına gelebilecek?
O yüzden müzikten romana, tiyatrodan şiire, resimden sinemaya kadar sanatın bütün türlerinde, modernliğin vaatlerini gerçekleştirememesine karşı başlatılan modernizm, Batılı insanın eşiğine sürüklendiği ve bütün dünyayı da beraberinde sürüklediği varoluşsal felâketi haber veren bir başkaldırı hareketi olarak Romantiklerden bayrağı devralmıştı.
Batı’da düşünceyi bitiren şey, şiirin varolma imkânlarının varol/a/mamasıydı: Şiirin en büyük düşmanı elbette ki, modernliğin bizatihî kendisiydi: O yüzden Batı’da bütün büyük şairler, modernliğin içinden geldikleri için değil, modernliğe karşı bir yerde durdukları için şiir yazabilmişlerdi. Goethe’den Rilke’ye, Wordsworth’tan Coleridge’e, Valery’den Prevert’e kadar…
Batı’da şiir, modernliğe karşı varolabilmişti: Modernliğin “hayatı cehenneme çevirdiğini” haykırabildikleri bir yerde durabildikleri zaman şiir yazabiliyorlardı modernliğin isyankâr çocukları.
Şiir, negativite üzerine kurulmuştu Batı’da. Burada/n insanı kavrayan, kanatlandıran, insana ve hayata ruh üfleyen bir şiir çıkabilmesi zordu: Romantiklerden sonra Batı’da bir daha şiir yazılamadı o yüzden.
Aydınlanmacı aklın epistemolojik iyimserliğinin, bir yüzyıl geçmeden ontolojik kötümserliğe dönüşüvermesi, insanı da, hayatı da yok eden bir varoluşsal katastrofun eşiğine getirip bırakmıştı Batılı insanı.
Modernlik, ruhu öldürmüştü: Romantiklerin şiir yazabilmesini mümkün kılan yer, işte bu yersizlik yurtsuzluk, ontolojik evsizlik hâliydi: Şiir, insanın varoluş ve yokoluş serüvenleri yaşadığı zamanların çocuğu olarak doğar/dı zira. Yokoluş zamanlarında, kendisi de yokolmaktan kurtulamaz sonunda: İşlevini yerine getirir ve yerine çekilir yeniden. Çünkü varedici, hayat bahşedici, hayata ruh üfleyici bir vasatın çocuğu olmadığı için bu şiir / negativite şiiri, bizzat kendisi de kısa bir süre sonra sırra kadem basmaktan kurtulamaz.
Varedici şiir, şiiri de, hayatı da her dâim yeniler; insana da, hayata da taptaze bir ruh üfler.

* * *Hegel, şiirin bittiğinden sözederken, hayatın, dolayısıyla düşüncenin bittiğini söylemek istiyordu belki de. İşte tam bu noktada, bu yokoluş mevsiminde, Batı uygarlığının belki de en büyük şairi Nietzsche, yokoluşa, her şeyi yok eden, çözen, bitiren dekadansla dans vaziyetlerine dikkat çekebilecek bir yerde durduğu için öne çıkmış, insanlığın varoluş ve hakikat sorunlarını iliklerine kadar ruhunda hisseden bir düşünür olarak gelmekte olan felâketi olanca gür sesiyle haykırarak haber vermişti.
Kertenkele’nin “içsöz”ünün yazarının da ima ettiği gibi, modern Türk şiiri, insanı ve hayatı vareden, bize ruh bahşeden asil şiirimizi, hakikatin şiirini öldüren, düşünceyle bağlarımızı koparan bir ağ işevi görüyordu da bizim haberimiz mi yoktu yoksa?
Şiir olmadan, insan da, düşünce de varolamaz
Ünye’de yayımlanan “edebiyat ve düşünce dergisi” Kertenkele üzerinden şehrin ve hayatın, insanın ve hakikatin izini sürmeye başlamıştım.
Şunu diyordum: Türkiye’nin yaşadığı metamorfoz süreci, sanatı, “merkez” olarak görülen büyük kent’ten kovdu: Yapaylığın, sahteliğin, gösterinin, ayartının, kopyenin hükümferma olduğu sığ bir sanat ve düşünce vasatı üretti. Sanatı bayatlaştırdı, banalleştirdi.
Sanatın olmadığı yerde, fikir üretilemez. Has sanat, hakîkî fikrin ikiz kardeşi ve yol arkadaşıdır: Hakîkat fikri, “şehir”den kovulmuşsa, onun yerine sahteliğin konuluvermesi, kuruluvermesi kaçınılmazlaşır.
“Taşra” olarak görülen yerde, hakikatin mayası karılıyor Türkiye’de: Kertenkele, hakikatin, mayasının karıldığı, özenle yeşertildiği, yemiş vermeye durdurulduğu sahici, hakîkî, samîmî bir ruhun her sayfasına nüfûz ettiğini gördüğümüz bir ışık, Anadolu’dan yayılan bir ruh huzmesi.
Derginin son (Haziran-Ağustos) sayısında, “içsöz” olarak adlandırılan “editoryal”de, enfes bir şiir manifestosu var: Modern Türk şiirinin folklor üzerinden serencamını dört sayfada özenle tartışan bir ufuk-metin. Bu özgün metin bir hayli kışkırttı beni…

* * *Şiirsiz düşünce olmaz: Şiirin olmadığı yerde, düşünce de yoktur, hayat da.
Hegel, -Batı’da- şiirin bittiğinden sözederken, ruhunda ne tür fırtınalar esiyordu, bilmiyoruz… (Ruhunda gerçekten fırtınalar esiyor muydu Hegel’in, o da bir bahs-i diğer elbette.).
Gerçek, aslında Hegel’in tasvir ettiğinden daha başka, bambaşka bir “yerdeydi”: Şiir, Batı’da, tam da Hegel’in bittiğini söylediği “aralık”ta, “a’raf”ta varolmaya başlamıştı: Romantiklerden önce Batı’da -Blake’i filan dışta bırakacak olursak- şiir var mıydı, gerçekten?
Heidegger’in düşünceyi üreten değil, öldüren bir “araç” olarak nitelediği akıl, Batı’da Romantiklerle birlikte Batılı sanatçıları “akılalmaz” yolculuklara çıkmaya hüküm giydirmişti: Aydınlanma çağının bir yüzyıl içinde kıyasıya eleştirilmeye başlanmasından sonradır ki, Batı’da karşı-Aydınlanma çağının habercileri ve öncüleri Romantikler, Batı’da da şiir yazılabileceğini gösterdiler.

* * *Şiirin bu aralık’taki işlevi, modernliğin aklı dondurması ve hayatı kaskatı pozitivizmin prangalarına mahkûm ederek söndürmesi sürecinde, insana hayatı ve hakikati/ni hatırlatmaktı: Modernlik, tastamam bir ruhsuzlaşma biçimi üretiyordu: Hayatı yok ediyordu; insanı yok ediyordu; hakikati yok ediyordu: varlığa ve ruha kastetmişti her şeyden önce, bundan daha kötü bir şey olabilir miydi, insanın başına gelebilecek?
O yüzden müzikten romana, tiyatrodan şiire, resimden sinemaya kadar sanatın bütün türlerinde, modernliğin vaatlerini gerçekleştirememesine karşı başlatılan modernizm, Batılı insanın eşiğine sürüklendiği ve bütün dünyayı da beraberinde sürüklediği varoluşsal felâketi haber veren bir başkaldırı hareketi olarak Romantiklerden bayrağı devralmıştı.
Batı’da düşünceyi bitiren şey, şiirin varolma imkânlarının varol/a/mamasıydı: Şiirin en büyük düşmanı elbette ki, modernliğin bizatihî kendisiydi: O yüzden Batı’da bütün büyük şairler, modernliğin içinden geldikleri için değil, modernliğe karşı bir yerde durdukları için şiir yazabilmişlerdi. Goethe’den Rilke’ye, Wordsworth’tan Coleridge’e, Valery’den Prevert’e kadar…
Batı’da şiir, modernliğe karşı varolabilmişti: Modernliğin “hayatı cehenneme çevirdiğini” haykırabildikleri bir yerde durabildikleri zaman şiir yazabiliyorlardı modernliğin isyankâr çocukları.
Şiir, negativite üzerine kurulmuştu Batı’da. Burada/n insanı kavrayan, kanatlandıran, insana ve hayata ruh üfleyen bir şiir çıkabilmesi zordu: Romantiklerden sonra Batı’da bir daha şiir yazılamadı o yüzden.
Aydınlanmacı aklın epistemolojik iyimserliğinin, bir yüzyıl geçmeden ontolojik kötümserliğe dönüşüvermesi, insanı da, hayatı da yok eden bir varoluşsal katastrofun eşiğine getirip bırakmıştı Batılı insanı.
Modernlik, ruhu öldürmüştü: Romantiklerin şiir yazabilmesini mümkün kılan yer, işte bu yersizlik yurtsuzluk, ontolojik evsizlik hâliydi: Şiir, insanın varoluş ve yokoluş serüvenleri yaşadığı zamanların çocuğu olarak doğar/dı zira. Yokoluş zamanlarında, kendisi de yokolmaktan kurtulamaz sonunda: İşlevini yerine getirir ve yerine çekilir yeniden. Çünkü varedici, hayat bahşedici, hayata ruh üfleyici bir vasatın çocuğu olmadığı için bu şiir / negativite şiiri, bizzat kendisi de kısa bir süre sonra sırra kadem basmaktan kurtulamaz.
Varedici şiir, şiiri de, hayatı da her dâim yeniler; insana da, hayata da taptaze bir ruh üfler.

* * *Hegel, şiirin bittiğinden sözederken, hayatın, dolayısıyla düşüncenin bittiğini söylemek istiyordu belki de. İşte tam bu noktada, bu yokoluş mevsiminde, Batı uygarlığının belki de en büyük şairi Nietzsche, yokoluşa, her şeyi yok eden, çözen, bitiren dekadansla dans vaziyetlerine dikkat çekebilecek bir yerde durduğu için öne çıkmış, insanlığın varoluş ve hakikat sorunlarını iliklerine kadar ruhunda hisseden bir düşünür olarak gelmekte olan felâketi olanca gür sesiyle haykırarak haber vermişti.
Kertenkele’nin “içsöz”ünün yazarının da ima ettiği gibi, modern Türk şiiri, insanı ve hayatı vareden, bize ruh bahşeden asil şiirimizi, hakikatin şiirini öldüren, düşünceyle bağlarımızı koparan bir ağ işevi görüyordu da bizim haberimiz mi yoktu yoksa?


06 Haziran 2011 Pazartesiyenisafak


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...