Ana içeriğe atla

Dünyaya Müslüman’ca bakabiliyor muyuz?


Dünyaya Müslüman’ca bakabiliyor muyuz?

Türkiye, son yıllarda Müslümanların sosyal hayatı meselesinin zirve yaptığı ülkelerden biri… Ramazan’da teravih yerine nargile kafelerin tercih edilmesi tartışmanın sebebini özetliyor. Bu konuya kafa yoran aydınlar “Müslümanlar dünyaya Müslümanca bakmıyor” diyor. Okuyun ve kararı siz verin…



Din ve sosyal hayat. Bu iki kelime birbirinden kopamaz, ayrışamaz. Çünkü din sosyal yaşamı zorunlu olarak kapsar. Peki bu iki kelimeyi yanyana getirme ihtiyacını neden duyuyoruz? Nedeni çok basit. Bundan on yıl önce dindarların sosyal yaşamı sorgulanmıyordu. Sebebi bu yaşamın, herkesten uzak olması ve aslında bir bakıma kimse tarafından merak edilmemesiydi. Fakat son 20 yıldır birlikte gelen güç ve para aynı insanların yaşamlarını gözle görünür bir şekilde, siyasi, ekonomik, sosyolojik olarak etkiledi. Dindarlar kimine göre “gelişirken” kimine göre ise “değişti” Müslüman birey artık; içkili restoranlara gidiyor, tokalaşıyor, öpüşüyor, namaz gibi ibadetleri önemsemiyor, masa oyunları oynuyor, dans ediyor, kurallara uygun örtünmüyor, tatil anlayışları dinle bağdaşmıyor ve bir çoğunda marka takıntısı var. Fıkıh alimleri, din adamları ve din sosyologları olmak üzere bir grup aydın çevre bu gelişimi / değişimi sorguluyor. Yani kendi kendimize ayna tutuyorlar. Dindarlar bu on yıllık değişimde nelerden ödün verdi, neler kazandı, neler kaybetti? İşte bu soruların cevaplarını fıkıh alimi Hayrettin Karaman, sosyolog Abdurrahman Arslan ve din sosyoloğu Selma Karışman ile masaya yatırdık. Özeleştiriye hazır mısınız?
MÜSLÜMAN ENTELEKTÜELLER BAŞARILI OLAMADI
Abdurrahman Arslan yıllardır, kitaplarında Müslümanlar’ın yaşayışını sorgulayan, anlamaya ve anlatmaya çalışan yazılar yazdı. Şimdi de aynısını yapıyor ve Müslümanları, içinde bulundukları zamanın içinde sorguluyor. Hem de ‘Müslümanlar çürüyor’ gibi çok ağır bir cümle ile. Peki neden? Arslan’a göre bunun bir çok nedeni var. Sorumluların medya ve entelektüeller olduğunu savunuyor.: “Müslüman entelektüeller hiç bir zaman batılı entelektüeller kadar başarılı olamadı. Takım tutar gibi parti tutarak ve düşünce savunuculuğu yaparak entelektüel olduklarını zannettiler. O yüzden İslam’ın adalet ilkelerini konuşmadık. Adaleti dile getirebilseydik bu duruma gelmezdik.” Peki Müslüman aydınlarımız neden başarısız oldu? Arslan, cevaplıyor; “Bu İslamcı dediğimiz söylem, meseleyi ortaya koyarken bazı zaaflar taşıyordu. Bu çok normaldi. O zaafların süreç içinde tamir edilmesi beklenirdi. Biz o tamiri yapamadık. O yüzden aydınlar bu konuda başarısız oldular.”
DİNDARLARI YARIŞA GİRMEK BİTİRİYOR
Arslan, dindarlardaki en büyük kırılmanın ‘öteki’ olarak tanımlanan kesim ile yarışa girildiğinde gerçekleştiğini söylüyor. “Günümüzün yüzyıllık İslamcılığı tahlil ettiğimizde, öteki dediğinin elindeki imkanlara kavuşarak onunla mücadele ettiğini görürsünüz. Dindarların gelecek ile ilgili hayalleri İslamcılığı dönüştürdü. Bugün Müslüman, davranışlarını ve yaşam tarzını, Kur’an ve sünnete bakarak değil, öteki üzerinden tanımlıyor.” Arslan, tüm modern tanımlara İslami pencereden bakıyor ve diyor ki; “İslam da düşünce özgürlüğü yoktur. Doğru bildiğinizi söyleme görevi vardır. En büyük problemlerimizden biri de literatürdür. Bu, İslam’ın belirlediği özgürlük alanında başkalarına muhtaç olmadan inşaa etmek anlamına gelir. Bu gözle baktığınızda Müslümanların insan hakları tartışmaları anlamsızlaşır. Müslümanlar devletten insan hakları talep ederek dilencilik yapıyorlar. O zaman demek ki siz bu dine ve bu dinin sizi özgürleştireceğine inanmıyorsunuz demektir.”

MÜSLÜMAN ANTİKAPİTALİST OLMAZ
Son dönem ‘Kapitalizm Müslümanlığı’ tanımına karşı Antikapitalist Müslümanlar adı altında bir tanım türetildi. Peki Arslan, Müslümanlığın üzerine giydirilen bu tanımları nasıl yorumluyor? İşte cevabı; “Kapitalist ve antikapitalist söylemler soldan devşirilmiştir. Antikapitalist Müslümanlar biz kapitalizme karşıyız diyorlar. Burada ciddi bir sorun var. Çünkü bunun en detaylısını sol söyledi. Müslümanlar soldan devşirdikleri ideolojiyle kapitalizme karşı duramazlar. Onların çok kötü bir kopyası olup, saygıyı bile haketmiyorlar. Oysa Müslümanların kapitalizm karşısında daha ciddi itirazlarının olması lazım. Çünkü bizim kapitalizm, liberalizm ve muhafazakarlıkla anlaşmazlık noktamız paradigmatiktir. Sadece bir üretim süreci ile ilgili değildir.”
NE YAPMALI?
Yazar Arslan, yaptığı eleştirilerle dindarları adeta silkeliyor. Peki çözüm ne? İşte cevabı; “Sahip olduğumuz dünya ve parayla ilişkimizi yeniden gözden geçirelim. Klasik dönemin düşünür ve alimlerine dönmeliyiz. Onların meseleleri nasıl ele aldığını, nasıl yorumladığını ve nasıl bir cevap verdiğini önemsiyorum. Çünkü son elli yılda, Müslümanlar neyi bulmak istedilerse Kuran’da onu aradılar. Özellikle de iktisadi meselelerde. Peygamberimiz diyor ki; ‘Şüphe olan yerlerden uzak durun.’ Kırk yılda Müslamanların fetva aradıkları alanlara baktığınızda büyük çoğunluğu şüphe ve gri alanlarla ilgilidir. Eğer o Hadis’e uygun hareket edilseydi Allah önümüze başka bir kapı açacaktı. Onları yaparak bu kapitalist hayatı yaşıyoruz. İtiraz ettiğimiz hayatın bizzat taşıyıcısı haline geldik. Müslümanlar dün modern yaşam içinde pasif direnişçilerdi. Bugün ise aktif taşıyıcıları oldular.”
TASAVVUF DİRENİŞTEN DOĞDU
Adam Simith ve İbrahim Hakkı Ethem kitabının yazarı sosyolog Selma Karışman özellikle son dönemin en önemli konularından Müslümanlar ve kapitalizm ilişkisini konu alan
makaleler ve kitaplar yazıyor.
Karışman konuya din realitesiyle giriş yapıyor ve herhangi bir dinin mensubu olmanın hayatımızı kısıtlayacak pek çok şeyi peşin kabul etmek demektir diyor. İslam dinin özünde yaşamak olduğunu savunan Karışman, modernite ve din çatışmasının insanın hayata, hakikate ve anlama talip olduğu noktada doğduğunu söylüyor. Karışman modernitenin dindarlar üzerindeki etkisini şöyle yorumluyor; “Modernite, dinin muhatabı olan eşref-i mahlûkâtı; anlamın, anlamanın, toplumsal dizaynın yegâne kaynağı ve yaratıcısı olarak gören “özgür birey”e dönüştürürken, dinin ekonomi, siyaset, hukuk, sanat, eğitim gibi alanlardaki kadim etkisine, kâinat ve sosyal düzenle ilgili açıklamalarına meydan okudu. Dine biçilen mekân vicdan ve zihin, insana seçilen alan reklâm-market-marka üçgeninin küresel koordinatlarıydı… İlk teşebbüs sekülerizm, ikincisi, kapitalizmin elinde büyüyen hedonist tüketim kültürü ile gerçekleştirildi. “Dinin özelleşmesi” olarak adlandırılan bu süreç, dinlerini yaşama konusunda dindar insanlara önemli zorluklar çıkarttı.” Karışman’ın söylediklerine göre Müslümanların dini uygulamalardaki sapma ve bozulmaları bu sebeplerden dolayı ortaya çıktı. Tüm bunlara rağmen dindarların bu duruma direnmesi gerektiğini de dile getiren yazar, tasavvufun da bu direnmeler sonucu ortaya çıktığını savunuyor.
MÜMİN NASILDI?
Yazar, ideal olan ile realite arasında açılan mesafenin Müslümanın sıfatını ‘kapitalist’ yaptığını dile getiriyor. Karışman, bize hafızalarımızdan silinmekte olan bir müminin nasıl olması gerektiğini şöyle anlatıyor; “Mümin ‘elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu’ kimse idi ve insan ‘kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe’, hakiki mümin olamazdı! Kapitalist rekabetin kayıtsız şartı ise yalnız kendini düşünmek, her şeyi sadece kendisi için istemek; bunun ahlâkî sonucu, “kendine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapabilme” eyleminin, vicdanın denetimine maruz kalmaksızın uygulanması oldu.” Karışman Antikapitalst Müslüman kalıbına olumlu yaklaşıyor ve kapitalizmin yıprattığı dindarların bu sayede kendilerine gelebileceklerini söylüyor. “Gerçekten de İslam Dünyası’nda günahıyla sevabıyla aktif bir dinî hayatın yaşandığı gözleniyor. Dinin ahlâkî rehber ve otorite olma kapasitesini kaybettiği Hıristiyan dünyada bile insanlar din ve maneviyat ile yeniden ilişki kuruyor. Dolayısıyla, bilgi ve gelenekten yoksun olarak kurulduğunda -ötekinin dinini dışlama, etnik narsizm, şiddet, çatışma gibi- yanlış teolojik ve sosyal algılara, global arızalara yol açan bu ilişkiyi rayına oturtmak açısından da bu tür entelektüel çabalar evrensel bir öneme sahip.”
KÂRDAN ÖNCE PRENSİP
Müslümanların kendine ait sosyal yaşam kültürleri var mı? Karışman’ın bu soruya verdiği cevap içinde aynı zaman bir soruyu da barındırıyor; “Türkiye gibi asırlarca topluma yön vermiş dinî, ahlâkî, ilmî, idarî, estetik birikimle bağı koparılmış, tepeden inme yeni yaşam biçimlerine zorlanmış bir toplumda sanat, siyaset, spor, müzakere, adab-ı muaşeret dahil olmak üzere böyle bir kültürün tesisi sadece geç değil, güç de olacaktır. Önemli olan, bu tür sorulara ait dinî ve ilmî dinamizme sahip olup olmadığımızdır: Can çekişen bir kapitalist sistemin yerine teorik ve tatbikî açıdan ikame edilebilecek özgün bir ekonomik sistemin; “kârdan önce prensip”i savunacağımız bir İslami finansın; ahlâk ve adalet temelli iktisadi, siyasi ve sosyal düzenin; akıl, bilim, özgürlük, anlam gibi sorunlu olgulara ahlâkî ve siyasî çözümler sunmanın, irade sahibi özne olarak modernist/kapitalist dünyaya Müslümanca hayat alanları açmanın, ekolojik tahribatı kontrol altına almanın ve iyi-güzel-doğru arasını yeniden te’lif etmenin imkân ve şartları konusunda meşverete hazır mıyız?”

BOZULMAYI TÜM MÜSLÜMANLAR’A MALEDEMEYİZ
Türkiye’nin önemli fıkıh alim ve yazarlarından Hayrettin Karaman Müslümanlar’daki değişimin Hz. Peygamber zamanında başladığını söylüyor ve ekliyor “Hz. Peygamber (s.a.) in dönemine göre Raşid Halifeler döneminde bile toplumda değişim başlamıştır. Hele Raşid halifelerden sonra değişim değil, kırılmadan bile söz edebiliriz.” Bu kırılmanın alimlerle giderilebileceğini savunan Karaman, örnek nesilde görülen kamil Müslüman cemiyetinin hiç bir zaman olmadığını da sözlerine ekliyor. Konu para ve güç meselesine geldiğinde bunun eskilerden beri var olduğunu ve kulluğumuzun bir parçası olduğunu söylüyor. “Para ve gücü kulluğa vesile kılmak iyi bir din eğitimi alt yapısına muhtaçtır. Bunu almış olanlar için para ve güç, bozulma değil, ecir ve hizmet aracı olmuştur. İnancı ve dini duygusu güçlü olan para ve güç sahipleri, apaçık harama düşmekten uzak duruyorlar. Ancak israf kavramı göreceli olduğu için bu konuda önemli bir gerileme olduğunu söyleyebiliriz. İnancı ve din duygusu zayıf olanlar, parasız ve güçsüz iken de günah işleyebiliyorlardı, para ve güç bunu daha kolay hale getirmiş olabilir.” Hayrettin Karaman, günümüz moderniziminden Müslümanların yaşam tarzını değiştirmediği görüşünü savunuyor. Karaman bakın bunu nasıl açıklıyor; “Bütün Müslümanlar için böyle bir savrulmadan söz edilemez. Müslümanların hayat tarzları ve kültürleri, her şeye rağmen ötekilerden farklıdır. Tabii benzerlikler veya bozulmalar vardır; ama yine de bütün halinde farklı bir hayat ve kültür bahis konusudur. İnsanlığa örnek olacak bir ahlak ve fazilet toplumunu arıyorsak –ki, insanlığın onları örnek alacakları kesin değildir- buna ulaşmak için –her cephede- islâmî bir düzene ihtiyaç vardır”
Yeni Şafak / Kübra Sönmezışık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...