Yazının sonunda söyleyeceğim şeyi, başında söylüyorum: Türkiye’de yaşanan terör hâdiseleri de, bölgemizde yaşanan pagan ve barbar nitelikler kazanan mezhebî, kabîlevî ve etnik çatışmalar da, aslında yeni bir doğum sancısının habercileridir. Yeter ki, bakmasını bilelim. Bakmasını bilemeyenler, başkalarının bakışlarına ve oyunlarına ‘yem’ olmaktan kurtulamazlar.
Dünyanın etnik bakımdan, kültürel bakımdan ve sosyolojik bakımdan en karmaşık bölgesini tam beş asır barış ve kardeşlik yurdu hâline getiren bir medeniyetin kurucuları, koruyucuları ve çocukları olduğumuzu yeniden hatırlayabilir ve ona göre geleceğimizi kendi ellerimize alacak güçlü ve çok boyutlu bir ittihad-ı islâm fikri üzerinden yeniden esaslı bir medeniyet yolculuğuna soyunabilirsek, bu kaos ve kargaşa ortamının, tıpkı Selçuklu döneminde olduğu gibi, yeni bir medeniyet ufkunun ve şafağının atması için önümüze konulan bir imkân ve imtihan vesilesi olduğunu kavramakta zorlanmayız.
Bu imtihanı ya kazanacağız ve yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edeceğiz; ya da kaybedeceğiz ve tarih bitecek…
Paganizm, tek kelimeyle, putperestlik demek. Meselâ kariyerin ve paranın, iktidarın ve politikanın, arzuların ve hazların, bilimin ve aklın, devletin ve etnisitenin, cinselliğin, egonun ve futbolun kutsanması, paganlaştırılması ile sonuçlanır.
Epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesi, her tür kontrol ve kolonizasyon biçimini kaçınılmaz olarak kışkırtmıştır. Modern insan, Descartes’ın ‘buyruğu’na uyarak, ‘doğanın efendisi ve hâkimi’ olmuş; böylelikle, güç üreten araçları (bilimi, teknolojiyi) ele geçirme, dolayısıyla dünyaya, kıtalara ve kültürlere hâkim olma kavgası vermiş ve bunu başarmıştır!
Peki, sonuç ne? Sonuç, ‘insanın ölümü’ (Foucault), ‘varlığa varoluşsal saldırı’ (Heidegger), gezegenin delik deşik edilmesi ve sözümona demokrasi, özgürlükler ve hukuk çağında, dünyanın, savaşlarla, cinayetlerle, işgallerle cehenneme çevrilmesi.
Birinci sekülerleşme sürecinde, modern insan, önce insanı, sonra da kendi dışındakileri ve geliştirdiği her şeyi putlaştırmıştır. Doğa, insan iradesi, akıl, birey, devlet, siyaset, estetik, bilim ve teknoloji’nin putlaştırılması önlenememiştir.
Paganlaşma, kaçınılmaz olarak, her tür barbarlaşma biçiminin ve şiddetin kaynağıdır. Paganlaşma azmanlaştıkça, barbarlaşma da azar, kontrolden çıkar ve insan vahşîleşmekten kurtulamaz.
Birinci ve İkinci paylaşım savaşları, paganlaşmanın ve barbarlaşmanın azmanlaşan insanı ne tür felâketlerin eşiğine sürükleyebileceğini göstermiştir; sadece Batılılara değil, bütün insanlığa.
Bu, modern paganizmin yerini, neo-paganizmin alması anlamına gelir: Medya, kültür, eğlence, spor, futbol endüstrisi vs. aracılığıyla din-dışı kutsallıkların icat edilmesi.
Kürt meselesi, kültürel, sosyal ve siyasî haklar meselesini çoktan aşmış, etnik kimlik meselesine indirgenerek paganlaştırılmıştır. Kürt etnik kimliğinin paganlaşmasını sağlayan, kışkırtan, meşrûlaştıran şey, tam da pagan/laştırılan Türk kimliğidir.
Bir imparatorluk bakiyesi, 30′a yakın etnik kimliğin sıkıştırıldığı bir ülkede seküler ulus kimliği üzerinden bir toplumun bir arada yaşatılabileceğini düşünmek, tam bir entelektüel körleşme örneği ve dolayısıyla cinayettir.
Türkiye’de hayalî, bizim tarihimizde karşılığı olmayan seküler bir ulus-devlet icat edilerek, önce Türkiye’nin kimliği Türk etnisitesi üzerinden tanımlanmış ve Türkiye, etnik kimlikler üzerinden paganlaşma, barbarlaşma ve parçalanma sürecinin eşiğine fırlatılmıştır.
Eğer Türkiye, bu toplumun yegâne ortak ve üst kimliği İslâmî kimlik, kolektif hafıza, tarihî ve sosyo-kültürel tecrübe üzerinden kendisini yeniden tanımlayamaz ve inşa edemezse, önümüzdeki çeyrek asırda, Türkiye’nin etnik kimlikler balkanlaşması / parçalanması yaşamasının önlenebilmesi mümkün olabilir mi?
150-200 yıldır yaşadığımız paganlaşma biçimleri, bu ülkenin bütün sorunlarını patlatmak üzere… İslâmî bütünleşme, kısa ve orta vadede çok zor; küresel güçler buna izin vermeyecektir. Ama uzun vadede, bölgenin, dün olduğu gibi yarın da bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyabilecek tek seçeneği, küresel güçlerin buradan her bakımdan uzaklaştırılacağı ve ortak bir geleceğin müştereken inşa edileceği, çok yönlü bütünleşme sürecidir.
Önce, şu tespiti yapmak zorundayız: Bölge, 200 yıldır, büyük bir medeniyet buhranı yaşıyor: Batı modernliğinin seküler-kapitalist meydan okuması, bölgenin Osmanlı medeniyet tecrübesi ile inşa edilen temel yapılarını çökertti; siyasî, kültürel ve zihnî sömürgeleşme biçimlerini kışkırttı ve meşrûlaştırdı; bölge halklarını birbirine düşman kılacak kadar absürt ve yapay sorunlar icat etti. Sonuçta, bölge halkları, kendilerine olan güvenlerini yitirdiler.
Onun için, etnik, mezhebî, kabîlevî kimlikler kışkırtılacak, bölge tam anlamıyla içinden çıkılması zor bir kaosun ve felâketin eşiğine sürüklenecek. Ayrıca çok yönlü bir sekülerleşme süreci başlatılacak; İslâm’ın Protestanlaştırılması süreci hızlandırılacak…
Bu etnik, mezhebî ve kabîlevî kimlikleri, paganlaşma biçimlerini önleyebilecek tek imkân, bölgeyi kısa, orta ve uzun vadeli projelerle yeniden her anlamda İttihad-ı İslâm etrafında bütünleştirecek bir medeniyet fikridir.
Sadece Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’si, bölgenin ittihad-ı İslâm fikri etrafında yeni bir medeniyet sıçramasının hayata geçirilmesini mümkün kılacak teorik ve pratik bir yol haritası sunmaya tek başına yetecek bir metindir.
Yine Sezai Karakoç’un medeniyet fikri, bölgeyi toparlayacak, ayağa kaldıracak bir diriliş ve varoluş fikrinin ufkunu sunmaya yetecek çapta, kalibrede ve derinliktedir.
Süreç, çok zor ve zorlu geçecek elbette. Ama kolay elde edilen bir şeyin, elden kolay kayıp gideceğini gözardı edemeyiz. Zora talip olmalıyız; uzun bir yolculuğa, insanlığa barış, kardeşlik ve adalet ruhu ve nefesi üflşeyebilecek kadar uzun muhkem bir yolculuğa soyunmalıyız.
İşte o zaman, zor’un oyunu nasıl bozacağını, bu bölgede/n yeni bir dünyanın nasıl kurulabileceğini görebileceğiz. Yeter ki biz soğuk kanlılığımızı yitirmeyelim ve ipleri artık kendi elimize alabilelim… Sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi Batılı seküler ve pagan ideolojiler, bölgenin tarihini ve gelişini durdurmaktan ve bölgeyi Batılılara peşkeş çekmekten başka bir işe yaramamıştır.
Kudüs Kriterlerini, Şam Kriterlerini, Saraybosna Kriterlerini, İstanbul Kriterlerini yeniden yol haritamız olarak belirlediğimiz zaman yeni bir dünyanın kurulması ‘ân meselesi’ olacaktır.
Yaşadığımız modern ve postmodern sürecin paganizmin türlü versiyonlarıyla insanlığı nasıl bir tıkanmanın, barbarlaşma biçimlerinin eşiğini gösteren ürpertici ama o ölçüde de öğretici bir süreç oldu.
İşte bugün (yaklaşık 200 yıldır) yaşadıklarımız, bugün bizi bir yol ayırımın eşiğine getirip bıraktı.
Ya ‘yola çıkmaya hüküm giyeceğiz’; ya da yolumuzu kesenlere boyun eğmeye devam ederek ölümümüzü ve insanlığın ölümünü bekleyeceğiz! Unutmayalım: Dün olduğu gibi, yarın da insanlığın ölümü de, yeniden-doğumu da bizim elimizde, bize bağlı!
Bu nedenle, İslâmcılık meselesi üzerinde soğukkanlı, öz-eleştirel ve önümüzü görecek, zihnimizi ve ufkumuzu açacak şekilde yeniden ve ciddiyetle düşünmek zorundayız vesselam.
Yorumlar
Yorum Gönder