'Bilginin sırrı, diğer isimleri değil, 'Allah' ismini bilenlerin hakikatidir. 'Allah' ismini bilmenin sırrı, kendisine aidiyeti yönünden bir hakikatin hükmüyle zıtları birleştirmektir. Aynı şey, kendisine nispet edilen zıddı bulunan her şey için geçerlidir. Bu sır, ancak içinde onu bulanın ve kendisiyle nitelenenin anlayabileceği bir sırdır. Böylelikle kendisi hakkında verdiği bir hükmün (gereği olan durumun) zıddıyla kendisi hakkında hüküm verir. İkinci hükmü de, zıddının hükmüyle -yoksa başka bir nispet veya izafet yönünden değil- verir. Bu nedenle, Allah (zıtlara göre hüküm vermeyi) bilginin sırrı yapmıştır.'
'Bilgi, delilden meydana gelen bütün bilgilerdir. Çünkü bilgi (ilm), alamet kelimesinden türetilmiştir. Bu nedenle, eşyayı bilmek Allah'a izafe edilmiştir. Çünkü Allah, kendisini bilmiş, böylelikle de âlemi bilmiştir. Öyleyse Allah, âlemin varlığına delil ve alâmettir. Aynı şekilde, âlem de, kendisini bilirken Allah'a alâmettir. Bu durum, Hz. Peygamber'in 'kendini bilen Rabbini bilir' hadisinde dile getirildi. Böylelikle Peygamber, senin O'na bir delilin olduğunu belirtmiştir ve bu sayede O'nu bilirsin. Aynı şekilde, O'nun zâtı, O'nun senin hakkındaki delilindir. Binaenaleyh Allah seni bilmiş ve bu sayede seni yaratmıştır. Bu, sadece Allah'ı bilebilenlerin anlayabileceği bilginin gizli sırrıdır.'
HAL SIRRI
'Hak, kulun gözü, kulağı ve bilgisi olunca, Hakk'ı O'nunla bilirsin, Hakk'ı kendisine delil ve alamet yaparsın. İşte bu da, hâl sırrıdır. Hz. İsa, topraktan inşa ettiği sûrete bu sırdan üflemiş, o da kuş olmuştu. Hz. İbrahim'in kuşları çağırması, bu bilgi sırrıyla gerçekleşmiş, onlar da 'koşarak' gelmişlerdi. Çünkü 'benim iznimle' sözünde âmil olan şey, 'üfler' sözüdür. Öyleyse o, hâl sırrıdır. […] Bilgi sırrı, hâl sırrından yetkindir. Çünkü bilgi sırrı Allah'a aittir ve İbrahim'de ortaya çıkan oydu. Çünkü İbrahim, kuşları çağırmaya bir şey eklememiş, (sözgelişi) 'üfleme' zikretmemişti. Öyleyse onun sözü 'bir şeyi irade ettiğimizde ona sözümüz ol olur, o da olur' idi. Hâl sırrı ise ancak yaratıkların niteliklerinden olabilir. Öyleyse bilgi sırrı, daha tam ve hükmü daha yaygındır. Binaenaleyh hâl, bilginin bildiklerinden birisi ve onun kapsamı altında bulunanlardandır. […] Öyleyse üstünlük ancak bilgiye ait olabilir.'
HAKİKAT SIRRI
'Hakikat sırrı ise, bilginin bilenin zatına ilave bir durum olmadığını bilmekten ibarettir. O, eşyayı zatıyla -yoksa zatından farklı veya ona ilave bir (bilgiyle) değil- bilir. O halde hakikat sırrı, hakikatin (veya zatın) ve hükmün farklı olduğunu verir. Hâl sırrı ise karıştırır ve hâl sırrıyla konuşan kimse 'Ben Allah'ım (Ene'llah)', 'kendimi tenzih ederim (Sübhânî)', 'ben istediğimim, istediğim de bendir' der. Bilgi sırrı ise bilen ile bilgi ile bileni ayırt eder. Binaenaleyh bilgi'nin sırrıyla bilirsin ki, Hakk, senin duyman, görmen, elin ve ayağındır. Bununla birlikte onların her biri işlevini yerine getirir ve eksiktir. Sen ise O'nun aynı değilsin. Hâl sırrıyla ise, Hakk, hâl yönünden senin duyman -aynı zamanda bütün güçlerin- olmuşsa, duyman âlemdeki tüm duyulanlara işler. Hakikat sırrıyla ise, var olanların ancak Allah'a ait olduğunu ve hâlin bir etkisinin olmadığını öğrenirsin. Hakikat böyle bir şeyi kabul etmez. Çünkü sebep, kendisi var olsa bile, (varlığı kendisine bağlı olmayan bir şey anlamında) bir hâldir, dolayısıyla etkisi sâbit değildir.'.
Alıntılar, Fütûhât-ı Mekkiyye'nin (Litera Yayıncılık / çev. Ekrem Demirli) 9. cildinin 193-195
Yorumlar
Yorum Gönder