Ana içeriğe atla

Guenon'dan mülhem "modern müziğin anlamı" ve "Türk müziği"



Modernizm, müziğin anlamını da değiştirmiştir bana kalırsa. Kadîm kültürlerin müzik ile makrokosmos arasında kurduğu ilişki, modernlikle birlikte başka bir içerikle ifade edilmiştir. Artık 'Yaradan' görmezden gelinmektedir ve müzik, yaratıcısı ile bağını koparma yoluna giren insanın yalnızlığını, bencilliğini ifade eden 'seküler' bir araç haline gelmiştir.
Rene Guenon'un 'Modern Dünyanın Bunalımı' adlı çok önemli kitabını yıllar önce ve notlar alarak okumuştum. Aldığım notları geçenlerde arşivimi karıştırırken buldum ve oturup sadece notları okudum. Guenon'un 'gerçek simya' ile ilgili yazdıkları ve yaptığı tesbitler gerçekten kayda değer tesbitlermiş, bu tesbitleri aynen alıp müziğe uyarlamak mümkün. Guenon'un bu tesbitleri sadece müziğe değil, ama aynı zamanda bütün ilimlere uyarlanabilecek cinsten bir tesbit olarak da dikkat çekici. Guenon, kitabın 63-64. sayfalarında diyor ki; 'Gerçek simya aslında hem kozmolojik düzleme özgü bir bilimdi hem de aynı zamanda 'makrokosmos'la 'mikrokosmos' arasındaki benzerlikten ötürü beşeri düzleme uyarlanabiliyordu. Dahası, simya özellikle katıksız manevî alana geçişe izin verecek şekilde kurulmuştu, bu da ona sembolik bir değer ve daha yüksek bir anlam kazandırıyor, onu geleneksel bilimlerin en gelişmiş örnekleri arasına yükseltiyordu. Modern kimya, kendisiyle hiçbir ortak yönü olmayan bu simyadan türemiş değildir. Modern kimya bir 'yoldan çıkma'dır, kaynağı belki de ortaçağa kadar giden bir sapmadır.'. Guenon'un simya-modern kimya için yapmış olduğu bu tesbit acaba müzik için de geçerli olabilir mi, aynı ifadeleri müzik için de kullanabilir miyiz ?
Modernliğin, varlığın anlamını değiştirdiğini ve varlığı kendi algısına göre yeni baştan tanımladığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Müziğin anlamını da değiştirmiştir bana kalırsa. Kadîm kültürlerin (ve İslâm medeniyetinin) müzik ile makrokosmos arasında kurduğu ilişki, modernlikle birlikte başka bir içerikle ifade edilmiştir. Artık 'Yaradan' görmezden gelinmektedir ve müzik, yaratıcısı ile bağını koparma yoluna giren insanın yalnızlığını, bencilliğini ifade eden 'seküler' bir araç haline gelmiştir. Müzikte de, birçok şeyde olduğu gibi ciddî bir anlam kayması olduğunu söylemek mümkündür ki benim anladığım kadarıyla Rene Guenon'un çizdiği tablo da böyledir. Onun kullandığı 'gerçek simya' ifadesinden mülhem, kadîm düşüncelerin varlık tasavvurunun da hemen hemen müzik diliyle bir ifadesi olan 'gerçek müzik' diye bir şeyden sözedilebilir. Gerek İslâm tasavvufunun ve gerekse kadîm Hermetik ve Pisagoryen müzik teorisinin yaklaşımına göre, müzik ile kosmos arasında kurulan köklü ve fıtrî ilişkinin neredeyse bir göstergesi olan 'gerçek müzik', modernlikle birlikte Batı'nın da terk ettiği bir müzik biçimi olmuştur. Bu kopuş ve değişim, aslında Aydınlanma'da çok öncelere, Hıristiyanlığın kutsalı tahrif ettiği zamanlara ve bu zamanların müzikteki yansımalarının görüldüğü MS 6 ve 7. yüzyıllara kadar uzanmaktadır. Bunun en açık gösterge ve izlerini, yine MS 480 ile 525 yılları arasında yaşamış olan Aziz Boethius'un -Hermes ve Pythagoras'ta rastladığımız- müzik teorisinde görebilmekteyiz. Aziz Boethius, müziği 'Musica Instrumantalis', 'Musica Humana' ve 'Musica Mundana' olmak üzere üç temel kategoriye ayırır ve böyle izah eder. Özellikle 'Musica Mundana', yani müziğin gezegenlerle izah edilebilir bir şey olduğunu açıkladığı bu kategori, İslâm tasavvufunun da benimsediği kadîm müzik teorisiyle neredeyse birebir aynıdır St. Boethius'un neredeyse Pythagoras'ın yolundan gittiğinin göstergesidir. Hz. Mevlânâ şöyle demez mi ?: 'Hakîmler (bilgeler/feylesoflar) derler ki, 'Biz mûsikî nağmelerini feleklerin dönüşünden aldık'. Aziz Boethius gibi bir Hıristiyan düşünür, bu ifadeleriyle aslında kadîm müzik düşüncesinin izini takip ettiğini ortaya koymaktadır. Ancak Hıristiyanlığa da yansıyan bu kadîm müzik düşünce izleri, Aziz Boethius'un, üzerine atılan iftiralar sonucu idam edilerek öldürülmesiyle birlikte sona erer ve Hıristiyanlığın müzikle olan ilişki biçimi de bambaşka ve aslında bu köklü düşünce tarzını reddeder biçimde değişmiştir. Bana kalırsa Avrupa'da hem müziğin ve hem de varlığın anlamı, Aydınlanma'dan çok önce, kutsalın tahrif edildiği eski zamanlarda, Guenon'un ifadesiyle ortaçağda başlar.
O halde Guenon'un yukarıda yazdığımız tesbitinde 'simya' yerine 'müzik' kelimesini kullansak acaba ne değişir ? : 'Gerçek müzik aslında hem kozmolojik düzleme özgü bir bilimdi hem de aynı zamanda 'makrokosmos'la 'mikrokosmos' arasındaki benzerlikten ötürü beşeri düzleme uyarlanabiliyordu. Dahası, müzik özellikle katıksız manevî alana geçişe izin verecek şekilde kurulmuştu, bu da ona sembolik bir değer ve daha yüksek bir anlam kazandırıyor, onu geleneksel bilimlerin en gelişmiş örnekleri arasına yükseltiyordu Modern müzik, kendisiyle hiçbir ortak yönü olmayan bu müzikten türemiş değildir. Modern müzik bir 'yoldan çıkma'dır, kaynağı belki de ortaçağa kadar giden bir sapmadır.'. (Fârâbî'nin İhsâ el-Ulûm'unda mûsikîyi yüksek ilimler kategorisine dâhil ettiğini de bu arada hatırlayalım).
Bence pek bir şey değişmedi, hatta belki de modern müziği anlamlandırabilmek için yeni bir kapı da açıldı.
Peki bu köklü mûsikî düşünce ve geleneği Osmanlı'da nasıl devam etmiş, adına 'Türk mûsikîsi' denilen ve bazılarınca 'Türk Aydınlanması' olarak kabul edilen Cumhuriyet'le birlikte 'gerçek müzik'ten uzaklaşmanın da ifadesi olan bu yeni müzik biçimi, acaba gerçek müziğe daha yakın olan Osmanlı mûsikîsi ile ne kadar benziyor, makam teorilerinin dışında anlam ve derinlik olarak ne kadar birbirine yakın ? Acaba Guenon düşüncesinden mülhem, onun 'gerçek simya'ya karşı 'modern kimya' ayırımına benzer şekilde Osmanlı mûsikîsini 'gerçek mûsikî', 'köksüz Aydınlanmacı cumhuriyet'le ortaya çıkan ve adına 'Türk müziği' denilen türü 'modern müzik' veya 'modern müziğin Türkiye'deki yansıması' olarak kabul etmek mümkün olabilir mi ? Bu konular üzerine ve soruları daha anlamlı hâle getirerek kafa yormak fena değil aslında.

YALÇIN ÇETİNKAYA


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...