Ana içeriğe atla

Hece'den Muhammed İkbal özel sayısı


Hece dergisinin yeni çıkan “Boyun Eğmeyen Ateşin Dili” başlığıyla yayımladığı Muhammed İkbal özel sayısı oldukça önemli bir çalışma olarak anılmaya değer 

Asım Öz / Dünya Büteni - Kültür Servisi
Wilfred Cantwell Smith, modern dünyada Müslümanların büyük ve temel açmazının, Müslümanların tarihinde yanlış giden bir şey olduğu şeklindeki kanaatleri olduğunu ifade eder ve modern dünyada ikamet eden Müslümanların esas sorununun, bu tarihin yeniden hayat verici bir biçimde nasıl kurulabileceği hususundaki arayışlarında yattığını kaydeder. Pek uzun bir tarihi olan bu duyuş, dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanları ve elan da bizleri meşgul etmekte, İslâmi yaklaşımlarımızı bir şekilde etkisini hissettirmektedir. Müslümanların Batı sömürgeciliği ile ilk karşılaştığı coğrafyalardan biri olması bakımından Hintli Müslümanların tecrübesi ayrıca üzerinde durulmayı hak etmektedir. Sözgelimi Medine Vesikasının bir siyasal çıkış ve korunma önerisi olarak hatırlanması burada yaşayan Müslümanlarca gündeme getirilmiştir. Bu tarihsellik içinde İslâm'ı yeniden yorumlama ve Müslümanlığı "aktif iyi" haline getirme yönündeki çabaları bakımından Muhammed İkbal oldukça önemli bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hem Müslüman dünyayı hem de Batılı düşünce biçimini takip etmesi bakımından kimi zaman haklı kimi zaman yarı-polemik mahiyetindeki yaklaşımları doğrultusunda eserler kaleme alan Muhammed İkbal Türkiye'de uzun zamandır bilinen ve okunan isimler arasında yer alışıyla ayrıca önem kazanır. Onun kitapları ağırlıklı olarak 1960'lı yıllardan itibaren tercüme edilmeye başlanmış olsa da Mehmet Akif'ten beri belli yaklaşımlarının bilindiğini ve ardından Ömer Rıza Doğrul'un tercümeleri ile bunun belirginleştiğini söyleyebiliriz. Fakat bu bilme hâlinin tercüme edilmeye değer bulunmanın ötesine geçerek dizgeli bir okumaya tekabül ettiğini söyleyemeyiz. İşte böyle bir vasatta Hece dergisinin "Boyun Eğmeyen Ateşin Dili" başlığıyla yayımladığı Muhammed İkbal özel sayısı oldukça önemli bir çalışma olarak anılmaya değer. Bu yazıda, özel sayı bağlamında kaleme alınmış onlarca makaleyi ele almak, bunların içeriklerini özetlemek imkân dâhilinde değil. Özel sayının havasını, genel hatlarını birkaç yazı üzerinden inceleyerek anlamak mümkündür. Yazarın şair oluşu yazı ve düşünce üslubunun Bekir Karlığa'nın deyimiyle "edebi bir nokta-i nazardan" hareket etmesini de beraberinde getirmiştir. Fakat bu yönü, onun düşünce metinlerinin tamamen retoriğe yaslandığı anlamına gelmez, gelmemelidir. Başka bir temel dinamiği daha vurgulayalım ki; İkbal, bazı konuları, başka isimlere nazaran daha ikna edici olarak ele almaktadır.
KAYIP HALKA OLARAK SİYASET VE MÜSLÜMAN ENTELEKTÜELLER
Ne yanından bakılırsa bakılısın Hece'nin bu özel sayısı, İkbal'in dünyası ile karşılaşma, onun metinlerini düşünce nesnesi haline getirme sürecinde mutlaka hayırla anılacaktır. Beş bölümden oluşan özel sayıda haliyle tekrarlarla, atlamalarla, tam olarak belirginlik kazanmayan yorumlarla, ele aldığı meseleye gelince sonlanan yazılar ve daha da önemlisi siyasallığı ihmal etmek gibi birtakım eksikliklerle karşılaşılıyor. Her okur/yazar onu çağdaş Müslüman düşüncenin bir parçası olarak zihninde/yazısında tamamlamaya çalışmaktadır. Bana kalırsa bu özel sayıda dikkat çeken en önemli noksanlık İkbal'in siyasal arayışlarının dolayısıyla siyasi düşüncesinin biçimlendiği sosyo-politiğin ve tercihlerinin göz ardı edilmesinden kaynaklanan büyük bir eksikliktir. Entelektüel modernizmle farklılıkları veya benzerlikleri, Batı düşüncesi ile irtibatı, Mevlana ilgisi üzerine yapılan tekrarlar yerine bu minvalde siyasi düşüncesini bununla bağlantılı olarak Sir unvanını kritik bir bakışla  yaklaşmayı deneyen bir yazı yer alabilirdi dergide.
İkbal'in siyasi düşüncesi irdelenirken Hindistan'da yaşayan Müslümanların siyasi ihtilaflarının üzerinde durulmaması, bu bölgedeki Müslümanların farklı kutupları arasında cereyan eden tartışmaların hiçbir şekilde gündeme getirilmemesi onun düşünsel zeminin ihmal edilmesine sebep olmuştur. Her ne kadar birbirlerine karşı polemik yazıları yazmamış olsalar da Hindistan'daki Hilafet hareketinin teorisyeni Ebu'l Kelam Azad'la Muhammed İkbal'in yaklaşım farklılıklarının yani siyasi ihtilaflarının farkında olunarak İkbal'in siyasal konumu anlamlandırılmaya çalışılabilirdi. Bilindiği üzere Hindistan'ın bölünmesi uzun vadede buradaki Müslümanların aleyhine işleyen bir sürecin başlamasına sebep olmuştu. Bu siyasi bağlam göz ardı edilmeseydi siyasi düşüncesi Pakistan hareketinin esas ilham kaynağı olan İkbal'in "benliğinin sırları"nı daha iyi anlayabilecektik. "Şark'ın ruhu hala yeni bir beden arıyor" şeklindeki dizelerinin veya buna kaynaklık teşkil eden Batılı okumaların Türkiye'nin yakın geçmişini değerlendirme sürecinde karşımıza çıkan beden-ruh ayrımı bakımından da değerlendirilmesi ilginç olurdu doğrusu. Yazılarında Lenin'e ve Marks'a yönelik atıfları da siyasal düşüncesinin aktüel meseleleri kavrama sürecindeki kaynaklarını görünür kılabilirdi.
Düşünür, şair olarak İkbal'in din anlayışından felsefeci kişiliğine, şiirlerinden modernlik paradoksuna, İslâmcılığından gelecek tahayyülüne, dini tecrübesinden eğitim anlayışına, düşünsel kaynaklarından kendisine yöneltilen eleştirilere kadar pek çok makaleyi bir arada sunan dergide yer alan birkaç yazıya değinmeyi, sayının önemini takdir etmenin bir göstergesi olacağı için önemsiyorum. Dergide İkbal'in edebiyat eserlerinden hareketle yapılan değerlendirmelerden ziyade onun düşünsel ve siyasal boyutlarına temas eden yazılar üzerinden yol alacağımı da belirtmeliyim. Şunu tekrar söylemeliyim; İkbal'in düşüncelerini ele alma veya herhangi bir filozofla karşılaştırma denemeleri sadece soyut değerlendirmeler şeklinde olmamalıdır. Siyasal kriterler de bu sürece dahil edilmelidir. Çünkü düşüncenin siyasal kontekst ihmal edilerek kavranılması mümkün değildir. Bu çerçevede onun siyasal boyutunda iki husus öne çıkar: İlki Hindistan Müslümanlarıyla İkincisi Türkiye cumhuriyetinin kuruluş süreciyle ilgilidir. Dergi yazarları genellikle İkbal'in Türkiye'ye dolayısıyla Osmanlı'ya ilişkin olumlu ifadelerini dikkate almanın getirdiği yükle ister istemez nostaljik bir yaklaşım ortaya koymuşlardır. Derginin sunuş yazısında Cumhuriyetin kurucu kadrosunu öven İkbal'in Türkiye'de yaşananların mahiyetini gereği gibi anlayamadığının belirtilerek eleştirilmesi son derece önemsenmesi gereken bir vurgudur. Görebildiğim kadarıyla Lütfi Bergen'in yazısında da bir eleştiri var. Anlaşılan o ki, sadece entelektüel doğruluk siyasal bakımdan ferasetli olmayı sağlamıyor. İkbal'i yeniden ele alma teşebbüslerinde allame boyutu kadar Sir boyutunun da öne çıkarılması lazımdır. İsmet Özel'in bu konuda seksenli yılların sonunda Kitap Dergisinde dile getirdiği şu dikkat isabetlidir: "İkbal'in Sir olduğunu bildiğimiz için onu daha iyi anlamış olmalıyız, bununla birlikte kendisine Sir ünvanının verildiğini bilmemekle onu yanlış anlama ihtimalimiz artar."
Öte yandan Muhammed İkbal'in Muhammed Esed'le ilişkisi ve dostluğu hakkında da herhangi bir değini yok dergi sayfalarında. Esed, Hindistan'a geldiği zaman İkbal'le tanışmıştır. İkbal onun Lahor'da kalarak kurmaya çalıştıkları devlet çabalarına entelektüel katkı sunmasını ve İslamia College'in ilahiyat bölümünde öğretim üyeliği yapmasını istemiştir. Esed ilkini kabul etmiş fakat ikincisini "Ben sadece basit bir şekilde fıkıh öğrenmeyi düşünmüyorum; fakat Kuran'ın ilk vahyedilmeye başlandığı andan, hadislerin son toplandığı zamana kadar İslâm'ın kaynak, felsefe ve gelişiminin tam ve sistematik bir eğitimini arzuluyorum" diyerek reddetmiştir. İkbal'in ölümünden sonra ise şunları yazacaktır: " Hindistan Müslümanları en büyük önderlerinden birini kaybetti; onların eli-ayağı olan yüce bir şahıs aralarından ayrıldı ve fakat isim ve eserleri daima parıldayacaktır" Muhammed Esed'in Müslüman olduktan sonra yazdığı ilk kitap olan Yolların Ayrılış Noktasında İslam(1934) kitabı için İkbal "genç nesillerin gözünü açan" ifadesini kullanacaktır. Buna karşın Esed yenilenme fikrinde İkbal'den etkilenmiş olsa da, onun kitabındaki reconstraction kavramını kullanmayı doğru bulmaz, kavramsal hassasiyet hususunda İkbal'e nazaran daha dikkatlidir. İlk ve terk edilmiş İslami prensiplere dönmemiz gerektiğine vurgu yapan Esed Müslümanların reforma değil yenilenmeye ihtiyacı olduğu kanaatindedir. Bu bakımdan İkbal'in dönemin Müslüman entelektüelleri ile ilişkisinin ayrıntılı bir tahlilinin yapılması gerekirdi. Hatta bu düşünürlerin metinlerinden çeviriler ve pasajlar da yer alabilirdi dergi sayfalarında.
Muhammed İkbal, ıslah çizgisi açısından bakıldığında batılı dile daha yakındır. Batı düşüncesinden farkına vardığı isimleri -Auguste Comte, Hegel, Nietzsche, Fichte, Whitehead , Hartshorne elbette Bergson gibi- enine boyuna okumuş, bu isimlerin yönteminden bir şekilde etkilenmiştir. Onların terimlerinden yararlanmış, aynı zamanda tasavvufa da yakın durmuştur. Bergson'un hem sezgici olması hem de devletin filozofu olarak Birinci Dünya Savaşında Fransa için savaş çağrısı yapması ile Müslüman dünyada Bergson'u okuyan isimlerin devletçi olmaları arasında bir bağ kurulabilir sanırım.
İkbal'in Cavidname'sinin İlahi Komedya'ya, Peyam-ı Maşrık'ının Goethe'nin Doğu Batı kitabına nazire olarak kaleme aldığı ve Mevlana'ya duyduğu muhabbetin derecesi düşünülürse onun Batı ve Müslüman kültürlerine vakıf olma halinin ne kadar yüksek olduğu daha iyi görülecektir. Hiç kuşkusuz Müslümanların İslâm'ı yanlış anladıkları şeklindeki yaklaşımı ile düşünsel paralellikleri bulunan Muhammed Abduh'un veya Ebu'l Kelam Azad'ın İslâmi ilimlere vukufiyeti ile onun bu konulardaki bilgisi aynı düzeyde ve düzlemde değildir. Yani Batılı düşünme ve değerlendirme tarzı baskındır onun üslubunda.
Dergide ilk okuduğum metin başlığındaki vurgudan dolayı Atasoy Müftüoğlu'nun "Kaçın Müslümanlardan, Sığının İslâm'a" oldu. İkbal'in bu sözünü ile ilk defa 1995 yılında yayımlanan Düşünmek Farzdır kitabının önsözünde okumuştum. Hatta onun eserlerine yönelmem de bundan sonradır. İkbal aslında bu ifadesi ile daha sonra pek çok Müslüman düşünürde gördüğümüz bir noktayı gösterir. Bir başlangıç noktası olarak "Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah da o milletin durumunu değiştirmez" (13/12). Eğer bir akide etrafında bir araya gelen insanlar sünnetullah doğrultusunda hayatlarını sürdürüyorlarsa, Allah onları sadece küfürlerinden dolayı yargılamaz. Bu yüzden Müslümanların mevcut hali olumsuz görüldüğünden İslâm'a kaçmayı önceler çağdaş Müslüman düşünürler. Diğer önemli İslâmcı figürler gibi İkbal'in de içtihat için çağrıda bulunmuş olması, ütopyacı bir ideale yaslanırken böylesi bir toplumun hem Kur'ân ve Hz. Peygamber'e bağlılığı yerleşik kılmak hem de değişimi sağlamak gibi ikili bir yükümlülüğünün bulunduğuna dair kanaatinden beslenir. Esasen, Batı ile tanışıklığı oldukça erken tarihlere rastlayan İkbal'in söyleminde maddeci Batı düşüncesine karşı bir itiraz ama aynı zamanda içinde yaşadığı kültürel dünyayı değiştirmeye dönük bir yaklaşım söz konusudur. Şairliğinden kaynaklanan öznelliği de ayrıca kaydedilmelidir.
ENTELEKTÜEL BİR SÜREKLİLİK OLARAK EKLEKTİZM
Müftüoğlu yazısında İkbal'in sömürgeciliğin ve emperyalizmin yükselişte olduğu bir zaman diliminde ortaya koymuş olduğu entelektüel çabayı önemli buluyor, onun hakkını teslim ediyor fakat aynı zamanda onu eleştirerek düşünsel gelgitlerini belirgin bir biçimde ortaya koyuyor. Bu yönüyle onun yazısı derginin özeti gibi de okunabilir. Şöyle diyor Müftüoğlu: "Muhammed İkbal'in kuşkusuz çok özgün düşünceleri olmakla birlikte çok eklektik düşünceleri de var. Bu eklektizmi çağımızda yaşayan bütün Müslüman entelektüellerde görmek mümkün. Sözünü ettiğimiz eklektizm, Muhammed İkbal'de Doğu-Batı felsefelerini bir araya getirerek buradan felsefi yeni bir sistem çıkarmak gibi bir amaç taşıyor.(...)
İslâmi eğitimle birlikte, Batılı eğitim de aldı. Hegel, Bergson, Nietzsche'den ciddi bir biçimde etkilendi. Bu filozoflarla Müslüman mutasavvıflar, düşünürler arasında bir sentez oluşturabileceğini düşündü, savundu. Muhammed İkbal, Müslümanlara yer yüzünde İslâmi sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmedikleri için çok ağır eleştiriler, suçlamalar yöneltti. "Kaçın bu Müslümanlardan sığının İslâm'a!" diye yazıyordu. Müslümanların halen içerisinde bulundukları düşünsel, entelektüel konformizmle ilgili olarak çok isabetli teşhisler yaptı."
Müftüoğlu'nun İkbal'i tenkit için liberal kavramlardan demokrasiyi merkeze almış olması son derece isabetlidir. Müslüman düşünürlerin süreklilik kazanan tipik hatalarından belki de yanılgılarından bir olan bu hususta aşağıdaki pasajın son derece önemli olduğu kanaatindeyim: "İslâmi düşünce hayatı, entelektüel ve akademik hayat, İslâm ve demokrasi ilişkisi hakkında halen sağlıklı, tutarlı, ikna edici bir çerçeve geliştirmeyi ne yazık ki başaramamıştır. Bu konu etrafında sürdürülen tartışmalar esef vericidir. Muhammed İkbal de demokrasinin İslâmi kökleri olduğunu iddia eder, demokrasiye İslâmî bir renk, boyut kazandırmaya çalışır. Demokrasinin pragmatik bir seçme, yönetme biçimi olduğunu düşünmez." Bu önemli ve takdire şayan kritik, düşüncenin siyasetini irdeleyenler tarafından mutlaka dikkate alınmalıdır, alınacaktır da.
İkbal demokrasiden veya Müslüman demokrasisinden bahsettiğinde onun eğitim düzeyine bakılmaksızın her bireye oy hakkı veren Batı demokrasisinden farklı bir biçime vurgu yaptığı bilinir. Elbette onun demokrasi konusunda Mevdudi'nin teo-demokrasisinden farklı olmayan bir demokrasi anlayışını gündeme getirdiği ifade edilebilir. Müftüoğlu'nun demokrasi konusundaki kafa karışıklığına dikkat çekerken İkbal üzerinden hareket etmesini çok anlamlı bulduğumu belirterek bir hususu hatırlatmak istiyorum: Erken bir AKP tecrübesi olan 1994 sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlemiş olduğu sempozyumlardan birinin Fazlurrahman, bir başkasının Muhammed İkbal hakkında olması( 1-2 Aralık 1995'te düzenlenen Uluslar arası Muhammed İkbâl Sempozyumu'nda sunulan bildiriler İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları'ndan Muhammed İkbâl Kitabı adıyla yayımlamıştır) önemli bir iz olarak ele alınabilir. Dergide demokrasi meselesi ile alakalı epey değinin olması hatta bir yazıda "İkbal'in manevi demokrasisi pratikte ancak muhafazakâr bir demokrasi anlayışına yakın durabilir" ifadesinin bulunması, bahsettiğimiz izin önemini ortaya koyan örneklerden birkaçıdır. Erken tarihli İkbal çalışmalarının Müslüman liberal neslin öncü figürleri arasında İkbal'i de andıklarını ekleyelim. Demokrasi bahsinde İslamcılık içi polemik ve özür dileyici yaklaşımların seksenlerin sonundan itibaren tekrar nüksettiğini, İslamcılık siyasetinde iyiliğin ve kötülüğün belirlenmesi noktasında başka ideolojilerde olduğu üzere "milli iradeciliğe" yaslanan "ekran" demokrasinin ötesinde bir siyasallık tahayyülünün ortaya konulamadığını tekrar hatırlamak lazım.
PAKİSTAN İSLAMCILIĞINDA FARKLI FİGÜRLER VE İKBAL ELEŞTİRİLERİ
Dergide önemli bulduğum yazılardan biri de Alev Erkilet'in "Muhammed İkbal'de İslâmcılık Düşüncesi: Müşterek Ferdiyetçilik, İcma ve Benlik Temelli İslâmî Diriliş Programı". İkbal'in düşüncelerini İslâmcılık nokta-i nazarından ele alan Erkilet, onun felsefi ama aynı zamanda tasavvufi çalışmalarını değerlendirir. Onun yazısının bir kısmı İslâmcılık bir kısmı da bununla bağlantılı olarak çağdaş Müslüman düşünce hakkındadır. Görülen kısımlarla görülmeyenler arasında kurmaya çalıştığı bağ oldukça önemli. Bunun yanında yazının alt başlığında geçen program ifadesi abartılı biraz. Çünkü İkbal'in belirgin bir programı yok; ki yaşadığı dönemin sıkıntıları düşünüldüğünde bunun olması da beklenmemeli zaten. İkbal'in çağdaş Müslüman düşünce açısından bir program önerisi olarak algılanabilecek İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu'ndaki tasvirin İslam düşüncesi modeline ne derece uygun olduğu tartışmalı olsa da, konu hakkında düşünenlerin gündemine belirli meseleleri dahil etmesinden dolayı önemi büyüktür. Ne var ki, onun bu yönü eserin program metni olduğu anlamına gelmez.
İslâmcı düşünürleri birbirleri ile karşılaştırarak ele alan ve İkbal'in bu düşünce ve hareket içindeki yerini tasvir eden yazının Mevdudi ve İkbal farklılaşmasına odaklanması Pakistan İslâmcılığının iki önemli ismi arasındaki gerilimleri gün yüzüne çıkarıyor. Erkilet, İkbal'in Mevdudi karşısındaki konumunun, Humeyni karşısında Şeriati'nin, Benna karşısında Seyyid Kutub'un pozisyonuna yakın bir yerde durduğuna işaret ederek şöyle devam ediyor: "Mevdudi'nin ya da Benna'nın teşkilatçılığı onda yoktur. İkbal daha modern görünümlü ve eğitimli bir düşünürdür; katkıları daha ziyade düşünsel bir Rönesans çerçevesinde değerlendirilmelidir; Mevdudi ise Pakistan'da önemli bir İslâmi hareketin önderi olmuştur ve hareket içinde güçlendikçe de giderek daha 'dini' bir görüntüye kavuşmuştur. İkbal, Şeriati ve Kutub Müslüman zihinlerin doğru kavramlar çerçevesinde harekete geçirilmesini sağlamaya odaklanmış analitik kafalardır, sistem kuruculardır. Diğerleri ise teşkilatçı ve eylemci aktörlerdir. Elbette analizcilerde de eylem vardır, eylemcilerde de analiz, ama bunların oranı her iki kategoride belirgin şekilde farklı olagelmiştir." İkbal'in Mevdudi karşısındaki konumunu ele alırken Humeyni'nin değil Murtaza Mutahhari adının gündeme getirilmesi daha isabetli olabilirdi.
Muhammed İkbal'in düşünce dünyasına dönük eleştirileri ele alan Yusuf Turan Günaydın'ın yazısını okurken aklıma takılan konulardan biri de şu oldu: Mevdudi'ye, Hamidullah'a, Seyyid Kutub'a nazaran tenkide açık yönleri daha fazla olan İkbal'in 1960'lardan itibaren Necip Fazıl ve çevresindekiler tarafından eleştirilmemesi. Mesela Ahmed Davudoğlu'nun Din Tahripçileri'nde Mehmet Akif'i eleştirmesine rağmen İkbal'den söz etmemesi şaşırtıcı! İhvan ve Cemaati İslamiyi,dolayısıyla Hasan el-Benna ve Mevdudi'yi eleştiren Kelim Sıddıki'nin söz Muhammed İkbal'e gelince suskun olmasının sebebini merak ettiğim gibi bu meselenin mahiyetinin ne olduğu konusunda şimdilik herhangi bir şey söylemek mümkün görünmemekle beraber bu meselede etkili olan hususların izinin sürülmesi İkbal'in Türkiye'deki "ayrıcalıklı" yerini kavramak bakımından son derece yararlı olacaktır. Yusuf Turan Günaydın'ın şu cümleleri Türkçede İkbal eleştirilerinin az olmasını açıklar niteliktedir: "Türkiye'de İkbâl, sevilen bir isim olduğu için, kendisiyle benzer düşünce ve tavırlara sahip olan son yüzyıl düşünürleri kadar eleştirilmemiş gözükmektedir. Bunda edebiyatçılığı ( Türkçeye çokca çevrilen şiirleri), Türkiye'ye ve Türklere karşı yaklaşımı da bir rol oynamış olmalıdır."
Kendine özgü ve sürükleyici ifadelerle, bir şair ve düşünür olarak ona yol gösteren fikirlerini ve hayat veren inancını yansıttığı eserlerinin tercüme seyri üzerinde de durulmalıdır. İkbal özel sayısında İkbal'den tercüme edilen eserlerin sadece kronolojisi verilmiş. Oysa böyle bir değerlendirme onun Türkçedeki misafirliğini açıklamak ve anlamak için yeterli değildir. Hem onun yazdığı eserlerin çevirisinde tercih edilen yaklaşımlar hem de ondan bahseden kitaplardaki bazı kavramsallaştırmalar üzerinde durularak bir çeviri eleştirisi de ortaya konulmalıydı. Sözgelimi onun 1928 yılında verdiği konferanslardan oluşan İslâm'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu kitabında Osmanlıların son zamanlarında etkili olan siyasal oluşumları anarken yapmış olduğu yanlışlıklar üzerinde durulmalıydı. Onun eksik okunduğunu gösteren bir "olayı" zikretmek gerekir. Türkçesi ilk olarak 1964 yılında yayımlanan İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu adlı eserinin A.N. Asrar tercümesinin 1984 yılında yapılan bu eserdeki tercüme sorunlarının 1986 yılında yayımlanan ilk sayısında bu kitabı ayın kitabı olarak ele alan Kitap dergisinde gündeme getirilmiş olmasına karşın aynı eserin ikinci baskısında bu eleştirilerin göz ardı edilmiş olması son derece manidardır. Bu açıdan Hüseyin Hatemi'nin çeyrek asır evvel 'Sofi Huri ve A.N.Asrar tercümelerinin karşılaştırılarak, akıcı, titiz ve metne sadık tam bir yeni baskı ihtiyacı tamamıyla ortadan kalkmış değildir' şeklindeki haklı uyarısı hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Bu yıllarda İsmet Özel'in de bu kitabın yeni tercümelerini beklemenin gerekli olduğu şeklindeki kanaati yerinde bulduğunu da ekleyelim.
Yine İslâmcılığın görece yükselişte olduğu zamanlarda ondan bahseden kitaplarda kullanılan bazı ifadelerin dönemsel vurguları da göz ardı edilmemeliydi. İkbal'in Batının Haçlı ruhuna ve hedeflerine ama aynı zamanda materyalist/ateist Batı düşüncesine muhalefet ettiğine dair tercüme tercihleri bu bağlamda anılmaya değer. İkbal'den bahseden kitapların bazı bölümlerinin soyut veya tekrar içeren bazı bölümlerinin yer yer kısaltılarak tercüme edilmiş olması da aslında yayın neşri bakımından sorunsallaştırılması gereken tercihlerdir. Hece'de bu mevzulara ucundan kıyısında ele alıp değerlendiren bir yazının olmaması da bir eksikliktir. Bu bahiste önemli bir husus olarak İkbal'in Türkçeye tercüme edilmesinde Ömer Rıza Doğrul'un katkısının boyutlarını merak ediyorum. Selamet dergisinde Muhammed İkbal hakkında çıkan fakat isimsiz olan yazı/lar Ömer Rıza Doğrul tarafından kaleme alınmış olabilir mi? Bu soruları sormayı mümkün kılan iki hususu aktarayım: 1947–1948 yılları arasında yayımlanan Selamet Mecmuasını Ömer Rıza Doğrul çıkardı. Bu dergide onun en önemli eseri olan İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu kitabının önemli bir kısmı yayımlanmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti'den Konya milletvekili seçilen Doğrul Büyük Millet Meclisi Dışişleri Encümeni'nde görev aldı ve Müslüman ülkelerle kurulan ilişkilere öncülük etti. En önemlisi de Türk-Pakistan Kültür Cemiyetine başkan seçildi.
Zengin bir kaynakça sunan İkbal bibliyografyasında da bazı eksiklikler görülüyor. Nitekim benim bildiğim ve bibliyografyada yer almayan eserlerden birkaçı şöyle: Roy Jackson, İslâm'da 50 Önemli İsim (Ayrıntı Yayınları, 2012,187-191), Seyyid Veli Nasr Cemaati İslâmi (Yöneliş Yayınları, 1998), Meryem Cemile ile Mevdudi'nin Mektuplaşmalar (çev: Ebubekir Doğan, Akabe Yayınları, 1. Baskı,  1986), Meryem Cemile, İslâm ve Oryantalizm (Seçkin Yayıncılık,1989), Hamilton A. R. Gibb, İslâm'da Modern Eğilimler (Çağlar Yayınları, 2006). Hece dergisinin Medeniyet özel sayısında Ali Emre'nin yazdığı "Müslüman Düşüncede Uygarlık Nazariyeleri" başlıklı yazı da bibliyografyada yer almıyor. Ali Değirmenci'nin "İkbal ve Dini Düşüncenin Yeniden Kurulması" başlığıyla Haksöz Haber'de yayımlanan incelemesi de atlanmış. Kaynakça kısmını incelediğimde Muhammed Hamidullah'ın İkbal üzerine hiç yazmamış veya konuşmamış olması da dikkatimi çekti. Oysa Hamidullah'ın Türkiye'de bulunduğu yıllar İkbal'e dönük ilginin yoğun olduğu yıllar olmasına rağmen gerçekleşmemiş bu. Hint Müslümanlarının Pakistan'ın kuruluşu konusunda iki gruba ayrıldıklarını biliyoruz. Acaba İkbal'in kurucu kanattan olmuş olmasının bu hususta etkili olduğu düşünülebilir mi?
Dergideki en önemli eksiklik derginin sunuş yazısında birkaç defa adı anılan ve İkbal'i değerlendiren önemli bir kitabı bulunan Ali Şeriati'nin Muhammed İkbal'le olan düşünsel ilişkisini ele alan bir incelemenin yapılmamış olması. "İkbâl ve Mevlâna", "İkbal ve Goethe", "Annemarie Schimmel'e Göre Muhammed İkbal" yazılarının bulunduğu bu sayıda "İkbal ve Şeriati" başlıklı bir yazının bulunmaması gerçekten büyük bir eksiklik. Bana kalırsa, Ömer Aksay, Recep Duymaz, Celâl Fedai, Ertuğrul Günay, Nazif Gürdoğan, İshak Yetiş imzalı metinler özel sayının en zayıf metinleri. Oysa ağırlıklı olarak soruşturma bölümünde yer alan bu metinlerin daha donanımlı olması beklenirdi. Necmettin Tozlu'nun kaleme aldığı "Günümüz Eğitim Anlayışı Açısından İkbal'in Düşündürdükleri: Felsefi Bir Analiz" başlıklı yazının K. G. Saiyidain tarafından yazılan İkbal'in Eğitim Felsefesi kitabıyla karşılaştırılması fena olmaz. Kitabın müterciminin Necmettin Tozlu olduğunu belirtmekle yetinelim. Şunu da ekleyelim; acaba yazarın metnin kaynakçasında bu kitabın orijinal adına atıf yapmasının bir anlamı var mı? Dergideki yazılarda Muhammed İkbal adının yazımında tıpkı Mehmet Akif özel sayısında olduğu gibi farklı kullanımlar dikkat çekiyor.
Elbette tartışma konusu yaptığımız bu yazılar dışında da önemli yazılar var dergide. Dergi baştan sona okunduğunda, modern dünyada Müslüman zihnin hangi meseleler etrafında tartışmalar yürütmüş olduğu tekrar hatırlatacaktır.

http://www.dunyabulteni.net

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...