Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum
sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina
kangren oluyorum bahar geldiği için
urlarımı kesiyorum kör bir usturayla
ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor
bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana1966
sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina
kangren oluyorum bahar geldiği için
urlarımı kesiyorum kör bir usturayla
ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor
bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana1966
Hamaset yapma, denirdi; Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu söylemi kurulu düzen yanlılığı ve bir status quo taraftarlığı intibaı uyandırdığı için ufkunda sosyalist bir dönüşümü muhafaza eden zevatın ağzında gezinmezdi. Akabinde, bir zaman için bile olsa ufkunda İslâmî bir dönüşüme yer verenler de Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü sözüne itibar etmedi. Oysa, gerek sosyalizmin ve gerekse İslâmiyetin muhtemel zaferinden endişe edildiği müddet zarfında mevki, makam ve neticede servet edinmekle günlerini geçirenler ellerini millîliği öne çıkarmaktan, vatanperverlik yarışından hiç çekmezlerdi. Ne zaman ki, Türklerin hayatında sosyalizm yönünde bir mesafe katedilmesi imkânsız sayıldı ve ne zaman ki, meydanı yürürlükteki şartların zaruri şartlardan tefrik edilmesine muhalefet edenleri Müslüman kabul edenler kapladı, işte ister istemez o zaman “vatan” ve “millet” kelimelerine hak ettikleri yeri tanıma vakti doğdu. İzan sahipleri sormağa başladı: Tarih şuuru dedikleri ne olaydı? Tarih şuuru dedikleri birine, bir şey kazandırır mıydı?
Küçük Asya Hıristiyan takviminin XIII. asrında bir İslâm diyarı, “dâr-ül İslâm” haline geldi ve böylelikle bir vatana sahip çıkan Türkler tarihe dâhil oldu. Bu husus, yani Müslüman olma ve vatandaşlığa hak kazanma mefhumlarının biraradalığı şimdi bulunduğumuz nokta hesaba katıldığında bilhassa önemlidir; çünkü dem vurduğumuz çağ imandan mahrum kalmanın adamlıktan eksilmeyi getirmesiyle açılan bir çağdır. Gayri-Müslim âlemin geriletilmesi anlamına geldiği için Türk çağı Müslüman tesanüdü demektir. Başında öyle idi ve bugünü hayra tebdil için öyle olmak zorundadır. Müslüman tesanüdüne dirsek çevirmenin varıp varacağı yer Türklere cephe almaktır. Osmanlı çağı özü itibariyle Türk çağından devlet imtiyazları noktasında ayrılıyordu. Bunun da yanı sıra, Türklerin ortaya Türkiye’yi, Türkiye’nin de ortaya Türkleri çıkardığı her ne kadar inkâr edilemez bir vakıa idiyse de; vatan toprağına verilen adın Türkiye olarak tescili ancak bu topraklar üzerinde bir Cumhuriyet ilanı suretiyle mümkün olabilmiştir. Kanun-î Esasî dilince bir İslâm devleti olarak tesmiye edilen Türkiye Cumhuriyeti ancak “Mîsâk-ı Millî”nin gözardı edilmesi mukabilinde doğabildi. Mîsâk kelimesi sinharfiyle yazılırsa sevk etme mânâsına gelir, sin yerine peltek se konularak yazılmışsa “Mîsâk” kelimesi antlaşma anlamını verir. 1914-18 harekâtıyla Dünya Sistemi Türk’ü tarihten, Türkiye’yi haritadan silmek istemiştir. Sistemin bariz tavrına karşı yapılan bir antlaşma vardır. Türk milleti Ali Rıza Paşa kabinesi vasıtası ve vesilesiyle kendini yok etmek isteyenler karşısında bir antlaşması, bir sözleşmesi olduğunu ilân etmiştir. Biz Türkler Mîsâk-ı Millî ilân edildi demekle Türk milletinin vatanının neresi olduğu bir sözleşmeye bağlandı demiş olduk.
Lozan antlaşması Mîsâk-ı Millî yoluyla Türk vatanı olduğu beyân edilen Musul Vilâyeti’nin akıbetini muallakta bıraktı. Osmanlı idârî taksimatında adı Musul Vilâyeti olarak anılan toprağın Türk vatanı olmadığını karara bağlayan herhangi bir beynelmilel muahede yok. Hıristiyan takviminin XXI. asrında ABD ve Büyük Britanya Musul Vilâyetimizi ikinci kez elimizden alarak yeni dünya düzeninde Türk hakimiyeti diye bir bahse yer verilmesinin mümkün olmadığı fikrini pekiştirdiler. Gerçekte Türk hakimiyeti bahsi Hıristiyan takviminin 1928 inci yılında yazımızın elimizden alınmasıyla kapatılmıştı. Biz Türkler, ne olursa olsun, işlerin yine tersine dönebileceği ümidimizi 27 Mayıs 1960 sabahına kadar açıkça koruduk. Ümidimizi açıkça koruyuşumuz şu demekti: İcbar edildiğimiz şeyleri kendi elimizle yapıyorduk. Yapan el kendimizin olduğu müddetçe işler tersine dönebilir, kendi elimizle kendimize zarar vermekten vazgeçebilirdik. Elimiz 27 Mayıs 1960’ta kırıldı. O tarihten itibaren iş gören bir Türk eli yok.
Türk olmayan bir el marifetiyle, Kirmanci ve Zazaki lehçeleri açık kâfir himayesi altında seçmeli ders oldu. Kâfirlerden başka kimin Q, X, W işaretlerini himaye ettiği iddia edilebiliyor? Vatikan ve Dünya Kiliseler Birliği bu lehçelerin yazı olarak tebarüz etmelerinde Kur’an harflerinin kullanılmasını mı teklif ediyor? Ne olacak? Kış gelip de sıcak para donmuş para şekline girdiğinde FED’in imdat simidiyle bir yerden bir yere gidilebilecek mi? Kilisenin himayesi yetmediği zaman Q, X, W işaretleri işgal ettikleri yerde tutunabilecek mi?
Küçük Asya Hıristiyan takviminin XIII. asrında bir İslâm diyarı, “dâr-ül İslâm” haline geldi ve böylelikle bir vatana sahip çıkan Türkler tarihe dâhil oldu. Bu husus, yani Müslüman olma ve vatandaşlığa hak kazanma mefhumlarının biraradalığı şimdi bulunduğumuz nokta hesaba katıldığında bilhassa önemlidir; çünkü dem vurduğumuz çağ imandan mahrum kalmanın adamlıktan eksilmeyi getirmesiyle açılan bir çağdır. Gayri-Müslim âlemin geriletilmesi anlamına geldiği için Türk çağı Müslüman tesanüdü demektir. Başında öyle idi ve bugünü hayra tebdil için öyle olmak zorundadır. Müslüman tesanüdüne dirsek çevirmenin varıp varacağı yer Türklere cephe almaktır. Osmanlı çağı özü itibariyle Türk çağından devlet imtiyazları noktasında ayrılıyordu. Bunun da yanı sıra, Türklerin ortaya Türkiye’yi, Türkiye’nin de ortaya Türkleri çıkardığı her ne kadar inkâr edilemez bir vakıa idiyse de; vatan toprağına verilen adın Türkiye olarak tescili ancak bu topraklar üzerinde bir Cumhuriyet ilanı suretiyle mümkün olabilmiştir. Kanun-î Esasî dilince bir İslâm devleti olarak tesmiye edilen Türkiye Cumhuriyeti ancak “Mîsâk-ı Millî”nin gözardı edilmesi mukabilinde doğabildi. Mîsâk kelimesi sinharfiyle yazılırsa sevk etme mânâsına gelir, sin yerine peltek se konularak yazılmışsa “Mîsâk” kelimesi antlaşma anlamını verir. 1914-18 harekâtıyla Dünya Sistemi Türk’ü tarihten, Türkiye’yi haritadan silmek istemiştir. Sistemin bariz tavrına karşı yapılan bir antlaşma vardır. Türk milleti Ali Rıza Paşa kabinesi vasıtası ve vesilesiyle kendini yok etmek isteyenler karşısında bir antlaşması, bir sözleşmesi olduğunu ilân etmiştir. Biz Türkler Mîsâk-ı Millî ilân edildi demekle Türk milletinin vatanının neresi olduğu bir sözleşmeye bağlandı demiş olduk.
Lozan antlaşması Mîsâk-ı Millî yoluyla Türk vatanı olduğu beyân edilen Musul Vilâyeti’nin akıbetini muallakta bıraktı. Osmanlı idârî taksimatında adı Musul Vilâyeti olarak anılan toprağın Türk vatanı olmadığını karara bağlayan herhangi bir beynelmilel muahede yok. Hıristiyan takviminin XXI. asrında ABD ve Büyük Britanya Musul Vilâyetimizi ikinci kez elimizden alarak yeni dünya düzeninde Türk hakimiyeti diye bir bahse yer verilmesinin mümkün olmadığı fikrini pekiştirdiler. Gerçekte Türk hakimiyeti bahsi Hıristiyan takviminin 1928 inci yılında yazımızın elimizden alınmasıyla kapatılmıştı. Biz Türkler, ne olursa olsun, işlerin yine tersine dönebileceği ümidimizi 27 Mayıs 1960 sabahına kadar açıkça koruduk. Ümidimizi açıkça koruyuşumuz şu demekti: İcbar edildiğimiz şeyleri kendi elimizle yapıyorduk. Yapan el kendimizin olduğu müddetçe işler tersine dönebilir, kendi elimizle kendimize zarar vermekten vazgeçebilirdik. Elimiz 27 Mayıs 1960’ta kırıldı. O tarihten itibaren iş gören bir Türk eli yok.
Türk olmayan bir el marifetiyle, Kirmanci ve Zazaki lehçeleri açık kâfir himayesi altında seçmeli ders oldu. Kâfirlerden başka kimin Q, X, W işaretlerini himaye ettiği iddia edilebiliyor? Vatikan ve Dünya Kiliseler Birliği bu lehçelerin yazı olarak tebarüz etmelerinde Kur’an harflerinin kullanılmasını mı teklif ediyor? Ne olacak? Kış gelip de sıcak para donmuş para şekline girdiğinde FED’in imdat simidiyle bir yerden bir yere gidilebilecek mi? Kilisenin himayesi yetmediği zaman Q, X, W işaretleri işgal ettikleri yerde tutunabilecek mi?
İsmet Özel, 15 Eylül 2012
Yorumlar
Yorum Gönder