İki ayda bir okurlarıyla buluşan Karabatak dergisi ikinci sayısında Ayşe Şasa ile yapılan önemli bir söyleşi yayımladı. Dergide söyleşi haricinde Yusuf Kaplan ve Nihat Dağlı’nın kaleme aldığı iki değerlendirme yazısı ile Ayşe Şasa üzerine küçük bir soruşturma yer alıyor
Asım Öz/ dunyabulten
Doksanlı yıllarda gerek yazdıkları gerekse okumaya, yeni şeyler öğrenmeye meraklı yazarlara bazı konularda yol gösterişi ile kendinden epeyce söz ettiren Ayşe Şasa özellikle Dergâh dergisinde yayımlanan Yeşilçam Günlüğü ile dikkatleri üzerine çekti. İki binli yıllarda daha çok kitaplarının yeni basımlarıyla gündeme geldi. Fakat bu kitaplar üzerinde pek durulduğu söylenemez. Küçük bir nehir söyleşi havasını taşıyan Bir Ruh Macerası kitabı üzerine çıkan değini niteliğindeki birkaç yazıyı dikkate almazsak onun kitapları üzerine bütünlüklü bir değerlendirmenin yapılabildiğini söylemek pek mümkün olmaz. Kuşkusuz, sevgisizlik, anlayışsızlık kaynaklı değil bu durum. Pek çok isim var onu seven, onun dünyasını anlayan. Bahsettiğim değerlendirme yoksunluğu biraz ilgisizlik biraz da sosyolojik bağlamı gözetmeyen ham hayal değerlendirmelerin klişeleşmesinin getirdiği tekdüzelikten kaynaklanıyor.
İki ayda bir okurlarıyla buluşan Karabatak dergisi ikinci sayısında Ayşe Şasa ile yapılan önemli bir söyleşi yayımladı. Söyleşiye geçmeden önce Karabatak dergisinin biçim olarak fazlasıyla battal olduğunu ifade edelim. Kitap Haber'le birlikte düşünüldüğünde Ali Ural dergiciliği açısından süreklilik olarak görülebilecek bu durumun özellikle font seçimi açısından da Dergâh'ın izinde olmakla da alakalı olduğu düşünülebilir. Bu benim zannım da olabilir tabii. Buna rağmen, bu durumun dergiyi okuma, saklama gibi noktalar bakımından ciddi bir nakısa teşkil ettiğini belirtelim. Biz en iyisi derginin biçimi ve baskısı konusundaki değerlendirmeleri Sabit Fikir'in karne sayfasına bırakalım.
AŞİNA İSİMLER
Tekrar Ayşe Şasa hakkında hazırlanan 'küçümen' dosyaya gelirsek, dergide söyleşi haricinde Yusuf Kaplan ve Nihat Dağlı'nın kaleme aldığı iki değerlendirme yazısı ile Ayşe Şasa üzerine küçük bir soruşturma yer alıyor. Kemal Sayar, Akif Emre, Hüseyin Akın, Hakkı Özdemir, Suavi Kemal Yazgıç gibi isimlerin yer aldığı bu bölüm sadece yazarları değil, Ayşe Şasa okurlarını da buluşturan nitelikte. Onun kaygılarını ve değerlerini bilen aşina isimler söz konusu. Fakat şu da var: Soruşturma kısmında yer alan cevaplar yazarların bu dergi için yazdıkları görüşlerden değil, daha önce yazdıkları yazılardan alınmış. Belki hepsi böyle değildir ama bu şekilde olanlar açısından düşünüldüğünde derginin bu metinlerin kaynağını belirtmesi gerekirdi. Soruşturma bölümünde görüşleri yayımlanan isimler dikkate alındığında Şasa'nın fark edilmesi veya daha çok öne çıkması bağlamında doksanlı yıllara yapmış olduğumuz vurgu biraz daha belirginlik kazanır. Nitekim yazı ve görüşleri ile dosyaya katkıda bulunanlar bu meseleye değiniyor zaman zaman. Sözgelimi Yusuf Kaplan, Nihat Dağlı ve Hakkı Özdemir Şaşa ile veya metinleri ile karşılaşma noktasında doksanlı yılları anmaktadırlar.
Gelgelelim hem sinema konusundaki yaklaşım farklılıklarını hem de başka tanışıklıkları gündeme getirmek bakımından Kurtuluş Kayalı, Giovanni Scognamillo, İsmail Kara, Alev Alatlı, Mustafa Kutlu, Ezel Elverdi, İhsan Kabil gibi isimlerin soruşturma bölümünde yer almayışı dosya açısından önemli bir eksiklik. Özellikle Yusuf Kaplan'ın yazısında andığı Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan veya Halit Refiğ gibi isimlerle Ayşe Şasa'nın ortak olduğu veya farklı olduğu meseleler konusunda Kayalı'nın mutlaka önemli tespitleri olurdu. Diğer taraftan epey önemli gördüğüm bir noktayı belirtmeden geçmenin doğru olmayacağını da ifade edeyim. O da şu: Kaplan'ın dikkate değer tespitler içeren yazısının sözcük kadrosu dikkatle gözden geçirildiğinde bu yazıdaki sözcüklerin neredeyse aynısının pek çok isim için yine aynı yazar tarafından kullanıldığı görülecektir. Hiç hatıra gönüle bakmadan bunu yaptığımızda bu yazıyı sözcük kadrosundan dolayı epey elemek durumunda kalacağımız bir gerçek. Ne söylemek istediğimizi, hangi tekrarlara parmak bastığımızı bir nebze anlamak isteyenler Kaplan'ın Virillo, Baudrillard, Said Nursi, Tarkovsky, Enver Gülşen vb isimler için yazdığı değerlendirmelere göz ucuyla bakabilirler. Sanıyorum ki, düşünür ve yazarları değerlendirirken mümkün mertebe tekrardan kaçınmaya dikkat etmek lâzımdır.
Yakından tanıyanlar veya ilgili olanlar bilirler ki Ayşe Şasa demek biraz değil çokça İbn Arabi dolayısıyla tasavvuf demektir. Söyleşide ağırlıklı bir yer tutan hatta büyük bir kısmına sinen bir ruh, bir bakış, bir hâl olarak tasavvuf konusunda Şasa ile oldukça farklı düşüncelerim var. O nedenle söyleşideki bu boyut hakkındaki kanaatlerimi belirtmeyeceğim. En azından bu konuda genel olarak Muhammed Hamidullah gibi nefs konusunda ise Ragıp El-İsfahanî gibi düşündüğümü söyleyerek geçeyim.
Şasa ile yapılan söyleşinin içeriğinden önce başlığı dikkatimi çekti: "Beni mutlu eden filmlerim değil, kitaplarım". Zaten onu değerlendirenlerin de filmleri ile değil kitapları ile değerlendirdikleri hatırlanırsa bu ayrımın onu takip edenler tarafından dikkate alınan bir husus olduğu hemen fark edilecektir. Her şeyden önce kederli bir tanıklığı, benliğin içinden geçtiği değişim dönemlerini anlatıyor bu başlık Bu cümleyi okuyunca birkaç hafta önce Hasan Aycın'ın yeni yayımlanan kitabı Bin Hüseyin'in hikâyesini anlatırken Ayşe Şasa'yı andığını hatırladım. Hasan Aycın, kitabının yazım sürecinde Şasa ile bir vesile ile ekranlardaki çarpık Battal Gazi'yi konuşmak durumunda kaldığını ifade etmişti. Aycın, bu konuşma esnasında izlediği ve canını sıkan bir film üzerinden izlenimlerini aktarırken, Şasa'nın 'o filmi biz yaptık' dediğini aktarmıştı. Bunu duyunca bende şöyle bir izlenim de oluştu: Ayşe Şasa'nın kitapları kadar onunla bir şekilde tanışan, konuşan veya ortak mekânlarda bulunan isimlerin ileride yazacakları anılarında veya kendileri ile yapılacak nehir söyleşilerde onun önemli bir yeri olacağı kesin.
ÖNEMLİ TESPİTLER
Şasa'nın senaristliğini yaptığı filmleri izlerken hissettiklerini anlattığı satırlar Hasan Aycın'dan duyduklarımı bir kere daha pekiştirdi: " Senaristliğini yaptığım filmleri izlerken daha çok bir eksiklik duygusu ve huzursuzluk yaşıyorum. Sinemaya giderken kendimden yüksek beklentilerim vardı. Bunların gerçekleştiğini söyleyemem. Beni mutlu eden filmlerim değil, kitaplarım."
Şaşa, Yeşilçam sinemasını "anonim nitelikli bir halk sineması" olarak görüyor. Henüz tamamlanmayan geçmişle şimdi arasında ürünler ortaya koyan günümüz sinemasını ise daha kişisel ve entelektüel bir sinema olarak görüyor. Türkiye'de üretilen sinemasının bugünkü hâli hakkında ise şunları söylüyor Şasa: "Bugünkü Türk Sineması ait olduğu medeniyet dairesi ile bağlarına, geleneğine sahip çıkarak belirgin bir kimlik oluşturmanın ilk adımlarını atıyor. Yetmişlerde başlayan son dönem Türk sineması içinde beğendiğim çok az ama bence çok iyi ve önemli birkaç film var. Ahmet Uluçay'ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Yavuz Tuğrul'un Gönül Yarası, Semih Kaplanoğlu'nun Yumurta, Süt, Bal üçlemesi. Bu az sayıda film bence yukarıda sözünü ettiğim kimlik sorunsalını çözümlemiş, geleceğe örneklik edebilecek nitelikte eğilimler ve renkler taşıyor."
Söyleşinin genel seyri Bir Ruh Macerası'na paralel. Ailesinden, içine girdiği sosyal çevreden ve modern toplumun başarıyı putlaştırışından söz ettiği satırlar bu paralelliği gösteren birkaç husus. Bu bakımdan korku filmi gibi geçen hayatının ilk yarısının yanılgılarından sıyrılışına ilişkin önemli vurguları var söyleşinin. Tabii sadece geçmişe ilişkin değil söz konusu değerlendirmeler ve eleştiriler. Bugünün meseleleri de var. Sözgelimi modern topluma yerleşen başarı anlayışı hakkında şunları ifade ediyor: " Para, mevki, şöhret... Modern toplumda insanlar bu putların yaydığı sihir alanına sokulabildiği, bu putlara yakın olabildiği oranda başarılı sayılıyor. Bu başarı anlayışı insanın asıl varoluşu açısından da bakıldığında oldukça hazin ve sefil bir görünüm arzediyor. Bizim geleneksel medeniyet anlayışımızda insanı eşref-i mahlûk yapan, üstün ve değerli yapan putlardan arınmış olmaktır."
Dört dörtlük olma hâli sadece süresi ile sınırlı olan ve muhtemelen öyle de olacak olan eğitim konusunun tartışıldığı şu günlerde eğitime ilişkin şu satırlar da önemli: " Bir çocukta aidiyet duygusu sanırım her şeyden önce ebeveynin sevgisi, ilgisi ve anlayışı ile oluşur. Bu hayati bir önem taşır. Yabancılaşmanın kaynağı sevgisizlik, anlayışsızlık ve ilgisizliktir."
Şebek romanının yazım biçiminden de söz ediyor Şasa. Senaryovari bir anlatımı olan romanın dünyadaki modern toplumun özeti olduğuna tekrar vurgu yaparak, modern toplumun fantezilerine dönük eleştirilerinde ısrarlı olduğunu daha da belirginleştiriyor.
Buna rağmen pek fazla açmadığı noktalar da var Ayşe Şasa'nın. Sorularda birkaç defa Kemal Tahir adı geçiyor fakat o bu konuda fazla bir şey söylemiyor veya kaçınıyor. Baştan sona geçmişe doğru yolculuk olan Bir Ruh Macerası'nı okurken Şaşa'nın, Kemal Tahir'in önemini vurgularken eksiklerine de dikkat çekmiş olduğunu fark etmiştim. Sebebinin ne olduğu konusunda bir çırpıda tahminde bulunabilecek bir mesele değil söyleşiye cevap verirken Tahir'den hiç söz etmeyişi; muhakkak farklı yaşantı deneyimlerini ve karşılaşmaları bilmek gerekiyor. Bu arada Bir Ruh Macerası'nın yeni basımlarına Ayşe Şaşa ile yapılan söyleşiler de eklense ne harika olur.
Yorumlar
Yorum Gönder