Ana içeriğe atla

Mektuplar Ali Bulaç


Kadın konusu her gündeme gelişinde geniş ölçekli tartışmalara yol açıyor. Konunun tartışılmasında fayda var. Dikkatimi çeken husus, eskiden çok sayıda kişi olumsuz tepki veriyordu. Son bir senede olumlu tepkiler verenler olumsuz tepki verenlere gore daha baskın. Bunu aile içi sorunların artık giderek erkek ve kadını yalnızlığa iten sebepler hale gelmesi. Geleneksel toplumda meşru-geçerli sebeplerle eşinden ayrılan kadın bir şekilde korunacbileceği tabii yer bulabiliyordu, şimdi ya yapayalnız yaşamak durumunda kalıyor veya hayati tehlikesi varsa devletin himayesi altına giriyor. Bu ikisinin de çıkar yol olmadığını yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz.

Bana gelen çok sayıda mektuptan birkaç tanesini okumakta fayda var. Hayatın acılı pratiğini, gerçekçi gözlemleri yansıtmaları bakımından önemli.

1. Mektup

Ali Bey!
Çok acil önlem alınması gereken bir sorun (bu).
Eğer önlem alınmazsa aile kurumu diye birşey kalmayacak, ülkemizde öldürülen kadınlarımıza hergün yenileri eklenecek.

Ben de çalışan doktor bir hanımla evliydim, benden ayrıldı ,gerekçesi “Ben erkeğe muhtaç değilim, çocuk, ev işi yapamam, senin kahrını çekemem” dedi, gitti. Ben de güzelce uğurladım.

İşin ilginç tarafı bu hanım cemaatlerin yurdunda kalmış, hacı, kapalı, namazlı birisi.

O kadar çok örnek var ki hala kadınların çalışmasıyla tüm sorunların çözüleceği pompalanıyor. Oysa ki tam tersi (oluyor). Eğer kadın evinde olursa, o zaman işsizlik, boşanmalar azlır, nüfusumuz artar.

Lütfen Başbakanımız 3 çocuk isterken politikaları gözden geçirmeli. Kadınların çalışması konusu üzerinde daha etraflı düşünülmeli. Çalışan, özellikle memur kadınlar doğurmak istemiyor.
Ama özellikle kapalı bayanlarımızda daha şiddetli olmaya başladı bu hastalık.

Cemaatler, vakıflar bu konuları gözden geçirmeli.
…..
Rusyaya dönememize az kaldı. Erkek pısırıklaştırılıyor. “Kadına çalış, ayağının üstünde dur” diyerek isyan taktiği veriliyor.
Bilmem sonu nereye varacak...

Ahmet A. (16 Ocak 2013)


2. Mektup

Kadının iş hayatına girmesi nüfusumuzu artırmaz. Çünkü çalışan özellikle 2000 tl nin üzerinde maaş alan memur hanımlar kazandığı paraya güvenerek ailesini ihmal ediyor, çocuk yapmaktan, evlilikten kaçıyor, ya da çocuk yapmıyor. En çok da çalışan memur kadınlarda boşanma oranı yüksek.

Hergün tv lerde kadına şiddet konusu işlenirken bazı konular atlanıyor. Aile yapımız çöküyor. Nüfus azalıyor, kimse buna değinmiyor. “Yok kadın ayaklarının üzerinde dursun, erkeğe eyvallah etmesin, başkaldırsın” gibi şeyler pompalanıyor ve böylece aile kurumuna dinamit konuyor. Münferit olaylar abartılarak veriliyor.

İkinci evliliğimi yapmak istiyorum, ama çalışan kadın asla düşünemiyorum. Çocuklarımı büyütecek hanım düşünüyorum inşallah. Evine bağlı, kocasına başkaldırmayan, “benim de param var” deyip sadece parayı pulu düşünen biri olamasını istemiyorum.

Aile ve sosyal politakaların gözden geçirilmesi lazım:

Çalışan her bir kadın demek her bir erkeğin işsiz kalmasıdır. Bu da terör, kriz, işsizlik, anarşi, aile içi şiddet, boşanma demektir.
M.R.-İstanbul (17 Ocak 2013)


3. Mektup

Muhterem Ağabey,

Sizin benim gibi koltuk değneklerine ihtiyacınız yoktur. Fakat bu meselenin sizinle direkt alâkası da yok zaten. Ben Hakk dâvâya inanmayı önemli bulurum elbet. Fakat nazarımda bu sahada en büyük pâye inanılana sahip çıkmak anlamında sehâbettir. Cenâb-ı Hakk'a mahşer günü takdim edilsin diye bir şey yaptım. Melih Âşık Bey'e sizinle ilgili bir mektup yolladım. Yalnız olmadığınızı bilesiniz diye size de yolluyorum.

Allah sizden ebediyyen râzı olsun.

Cenab-ı Hak şecaat ve sekinenizi artırsın. Amin.

Selam ve hürmetler.

Sayın Âşık,

Ben bu konuda Ali Bulaç Bey’in zihinlerimiz üzerindeki paradigmal baskıların etkisiyle ciddi bir haksızlığa mâruz kaldığını düşünüyorum. Avrupa’daki kadına şiddet rakamlarının azlığından bahsetmeniz çok tuhaf olmuş. Âilenin çökmüş olduğu bir coğrafyadan bahsediyorsunuz. Serî katillerin, robotlaşmış insanların, fakirleştirerek zenginleşen vampirlerin, 10-12 yaşındaki alkoliklerin ve tüm dünyayı sömürerek semirenlerin coğrafyasından. “Kadın ya müzedir ya da mezedir” diyen bir uygarlığı bize örnek gösteriyorsunuz. Hem de kadın adına. Ardından korkunç bir cümle kuruyorsunuz: “İslam’la tanışanlar daha acımasız ve vahşî” şeklinde. Büyük bir adamın mühim sözünü aklıma getirdi bu cümleniz. Şöyle diyor: “Düşünce özgürlüğü pazar esnafının bile elde edebileceği basit ve sığ bir gâyedir. Asıl olan düşünme özgürlüğüdür.”

Bizler hegemonik zihinsel dayatmalara boyun eğmiş bir aklın gölgesinde seyrediyoruz. Son zamanlarda fark ettim bunu. Özgür düşünemiyoruz. Önyargılar ve peşin hükümler pranga olmuş amigdalalarımıza. Bu yüzden hissetme mevkiini de yitirmişiz.

Ali Bulaç bambaşka şeyler söylüyor. Hele bugünkü yazısında Gorbaçov’un ağzından Avrupa medeniyetinin içine düştüğü zift gayyâsına ayna tutuyor. Biz onu anlamaya çalışmak şöyle dursun, ifade ettiklerini karşılayabilecek entelektüel kapasiteye sahip olduğumuz bile şüphe götürür bir haldeyiz. Çünkü paradigmal klişelerimizin belki de en berbatı olan “gericilik” perspektifinden bakıyoruz her söze.

Abdullah Öcalan, Ulus Devlet formunun kapitalizmin derinleşmesine ve yaygınlaşmasına hizmet ettiğini 30 sene sonra fark ettiği için terörden müzakere çizgisine geçtiğini anlatıyor kitabında. Akan kanın durması için bir Marksist’in aklının başına gelmesini 30 sene beklemek gerekmiş. Ne kadar acıklı bir durum. Gorbaçov’un itirafı bundan farksız.

Ali Bulaç üretim yapıyor. Ömrümüz varsa 20 sene sonra bizim de teslime mecbur kalacağımız büyük bir hakikate ışık tutuyor. Onu klasik ve lâik retoriklerle eleştirenlerse sadece tüketiyorlar. Zamanı, hakikati ve umudu.

Evliyim. Eşim çalışıyor. Hem de çok çalışıyor. Onu çok seviyorum. Fakat o kadar çalışmak doğasına aykırı olduğu için evimizin huzur organizatörü olamıyor. Çünkü o modern bir köle durumunda. Çok geceler kalkıp ona süt içiriyorum. Hemen her sabah kahvaltısını hazırlıyorum. Hayatımız bir türbülans ânında dondurulmuş gibi. Evliliğimi ayakta tutabilmek için akla hayâle gelmedik yollara gidiyorum. Annelik yoksa insanlık yoktur Melih Bey. Çevremdeki birçok insanın kısık sesle dillendirdiği çok büyük bir çığ geliyor üstümüze doğru. Ancak sorumluluk mevkiindekiler bir kısım ideolojik takıntılar yüzenden bunu görmek istemiyorlar. Olan çocuklarımıza oluyor. Çocuklarımıza ve insanlık ağacımıza. Bence de kadın esas olarak evinde gerek. Okuyan, yazan, kafası aydın ve çocuklarını yetiştirmek için kendisini sürekli üreten bir anne olmalı. Erkek eve geldiğinde bir cennete geldiğini hissetmeli.

Ali Bulaç doğru söylüyor. Hem de başımıza gelebilecekleri bildiği halde büyük bir cesaretle söylüyor. Ben Türkiye’nin en kalburüstü kurumlarından birinde çalışıyorum. Kadınların yüzde doksanı mutsuz. Emanet gülücüklerle ayakta durmaya çalışıyor. Sürekli şikâyet makamındalar. Mutlu gibi görünenlerse kadın kalamamış. Erkekleşmiş ve böylece daha kötü bir resim çıkmış ortaya. Toplumun tabiatı bozuluyor. Ali Bulaç’ın yazısında bir telmih gördüm. Kadın çok ama çok kritik bir öneme sahip. Onun nerede olduğu toplumun da nerede durduğunu gösteriyor. Erkekle eşitleme adı altında kadına erkekmiş gibi muamelede bulunmak modernizmin başımıza getirdiği en büyük felaket oldu. Erkekle kadın sebzeyle meyve gibi, ağaçla çiçek gibidir. Dağ başka bir kategori, bahçe başka bir kategori. Irmak başka, göl başka. Erkek kadından üstün değil, sadece farklıdır. Kadın da erkekten geride değil, yalnızca farklıdır. Bunları eşitleme çabası eşyayı okuyamamak demektir. Cehâlet demektir. Olmayacak duâya âmin demek sadece vakit kaybı değil doğal felakettir. Biz düşünmüyoruz Melih Bey. Shakespeare’in dediği gibi çok konuşuyor ama hiçbir şey söylemiyoruz. Düşünmeyi düşünmenin eğitimini almamışız çünkü. Zulüm kelimesinin karanlıkla ilişkisinin olması ne kadar mânidar. Tabiat kanunları sanki bir köşeye geçmiş gülüyor gibi hâlimize.

Bence bu konuyu sizin gibi bir kalem ehli daha çok düşünmeli. Anlamaya çalışmalı. Ne kadar zor da olsa topluma önderlik etmeli.

Selam ve hürmetler.

Ahmet F.- İstanbul (17 Ocak 2013.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...