Ana içeriğe atla

Sayın Fatma Şahin’e Mektup! Ali Bulaç

Kadın, kadının rolü, çalışma hayatına katılması, ev, çocuk, aile vb. konularda başlayan tartışma sürüyor. Bu entelektüel bir merak meselesi değildir. Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de bu konu derin toplumsal yaralar açmaya başladı. Sakin, sağlıklı bir zeminde tartışılmasında zaruret var. Bu son tartışma bende büyük ümitler uyandırdı. Hem internet medyasında destekleyici yazılar çıktı hem bir önceki tartışmaya göre çok daha iyi tepkiler aldım.

Bu hafta köşemi Antalya’dan aldığım bir mektuba ayırıyorum. Benim teorik düzeyde anlatmaya çalıştığımı mektup çok daha iyi anlatmaktadır. Çünkü tezlerimin pratikteki resmi budur. Mektubu yazan zatın ismi bende mahfuz. Doğrudan Sayın Bakan Fatma Şahin’e yazılmış ve edindiğim bilgiye göre eline de ulaşmış. Mektup metnini yazan beyefendiden izin alarak olduğu gibi yayınlıyorum.

“Ali Bey,
Bakan Hanıma aşağıdaki metni gönderdim, lütfen bu konuyu tartışmaya devam edelim, çok ihtiyaç var . 

Sayın Bakanım! Merhaba, selamlar saygılar sunarım.

İsmim R.N. Avukatım, eşim doktor, özel sektörde çalışıyor bir oğlumuz var ellerinizden öper. Antalya'da yaşıyoruz.

Sayın Bakanım, bugün Fatih Altaylı'nın köşesini okuduğumda sizin Ali Bulaç beyle olan görüşmenizi ve bu konudaki fikirlerinizi de öğrenmiş oldum. İktidar partisinin bir bakanı olarak toplumumuzda kadınların yaşadığı sorunların çözümü konusundaki hassasiyetinize ve çalışmalarınıza vakıf olup takdir ediyoruz. Lakin burada şunu atlamamalıyız. Oda şudur, içinde yaşadığımız toplum her ne kadar modern hayatı daha doğrusu batı tipi kapitalist modern hayata kapılmış ve bu süreci hızla yaşıyor ise de, bu toplumumuzun bile isteyerek kabul ettiği  bir hayat tarzı olmayıp dayatılmış bir hayat tarzıdır. Bu sürecin bu gün itibarıyla en azından yakın gelecekte geri çevrilmesi görünmediği gibi batının geçtiği yollardan aşama aşama geçtiğimiz de ortada. Bu sürece, geçmişimizden, kadim kültürümüzden fazla bir şey katamadığımız da görülüyor. 

Sayın bakanım, içinde yaşadığımız hayatın çok fazla yüceltilecek bir hayat olmadığını düşünüyorum. Eşim çalışıyor, yeri geliyor benden çok çalışıyor, bir tane evladımız oldu, ihtisasın bittiği sürece denk geldi annesi altı ay kadar bakabildi çok şükür ama ekonomik gereklilik nedeniyle çalışmaya başladı ve evimize bir bakıcı tuttuk ki, annesi evden çıkarken ki çığlıkları hala kulağımdadır oğlumun ve büyüyüp evde artık olmayınca tek başına, kreşe bırakırken yeni bir kopuş ve alışma süreci yine yaşadığımızı bir ben bir eşim bir de Allah bilir. 

Bir çocuğun hakkından gördüğünüz gibi anca geliyoruz hakkını verince... 

Anne babalarımız gün geçtikçe yaşlanıyor, hatta kayın peder rahatsızlandı Alzheimer hastası oldu evde bakılacak durumu yok daha doğrusu kayınvalidenin gücü yok bakım merkezine yatırdık mecburen elimizden başka bir şey gelmedi. Benim gördüğüm etrafımızda kreşler kadar bakım evleri olmaya başladı. 

Sayın bakanım şimdi tüm bunlar bize modern kapitalist hayat tarzının dayattıkları değil midir? Çok uzun süredir şunu düşünüyorum, bu süreç öncesinde de kadın üretimden uzak değildi, hatta kırsalda tam da içindeydi, evde halı dokudu, bahçıvanlık yaptı hiç boş durmadı ama aynı zamanda çocuğunun başındaydı, anne babasının yanındaydı ve el üstünde tutuluyordu.  Bugün yaşandığı gibi şiddet vs. hor ve hakir görülme yoktu, baş üstündeydi. 

Ya şimdi ne oldu, çocuk mağdur, anne baba mağdur, inanın kendisi de mağdur, bir kadın işten saat 7-8'de çıkacak sonra da ondan hayır beklenecek. Modern hayat, kapitalizm kadını esir etmiş ve  böylece birçok sektör üzerinden kar elde etmektedir. Yukarıda bahsettiğim gibi, kreşler, bakım evleri, kılık kıyafet, kuaför, makyaj vs.vs. Şimdi bu yeni gelen bıraktıklarımızdan daha mı iyidir? 

Ben inanıyorum ki tüm bunları siz de mutlaka düşünüp değerlendiriyorsunuzdur. 

Sayın bakanım, tamam girdik bir kere bu yola, geri dönüş görünmüyor. Bu süreci yaşarken geçmişimizi unutalım mı? Modernlik öncesi süreci yok öyle yaşanmadı mı o günler diyelim. O zaman bu süreci daha mı kolay kabulleniriz. Biz napalım sayın bakanım bu toplum napsın? Gelen dert bir değil ki? Bakın 15-20 sene öncesine kadar kızların üniversite okuması çok yaygın değildi. Liseyi bitiren kızlar iş güç sahibi erkeklerle evlendiriliyordu, erkeğin evlenme yaşı bu durumda 25-26 civarında oluyordu. Tabi bir Müslüman erkek bu durumda yaklaşık olarak 10 sene bedeni ihtiyaçlarını ertelemek ya da dini hassasiyetlerini ertelemek gibi bir ikilemde kalıp birini tercih ediyordu. Eskiden genellikle ilki mecburen yaşanıyordu. Şimdi ise hem kadın hem erkek eğer dini hassasiyet içindeyse ve evlenme yaşı neredeyse 30'u bulmuşken, hem erkek hem kadın 15 sene boyunca erteledikleri cinselliklerini ve bunun yarattığı sıkıntıları yaşamak zorunda kalıyorlar. Bu konuda ne devlet ne cemaatler adım atmayı bırakın konuşmuyorlar bile. Diğer taraf da ise serbest cinsellik yaşanırken evlilik ve aile olma süreci erteleniyor buda ayrı sorun onlar da bunu tartışmıyorlar. Toplum, bu konuda iki uçta işte, ama gelen nesil işte bu sağlıksız süreçten geliyor göz göre göre ve yapılan ciddi hiçbir şey yok. 

Oğlum büyüyor dokuz yaşında, dindar bir insanım haramdan uzak durmasını istiyorum ama eğitim hayatı da bir taraftan devam edecek mecbur, ben oğluma ne diyeyim sayın bakanım. Nasıl çözüm bulacağız bu konuya, bu konuyu da tartışsak toplum olarak Müslüman bir millet olarak bir çözüm bulmaya çalışsak. 

Şimdi sayın bakanım tüm bunlar girdiğimiz yolun can yakıcı sorunları. Bu yolun, yaşanan hayat tarzının, ekonominin, eğitimin vs. her şeyin batıdan devşirme olduğunu biliyoruz, batı bu düzeni kendi dinini, tanrısını, kiliseyi hayatından çıkararak kurdu. Akli olarak organize oldu ve her sistemi akli organizasyon olarak geliştirdi, sistemin devamı için ezilenlere yaşayabilecekleri ortamı, şartları sundu, geliştirdi.  

Şimdi sizin yaklaşımınız, bir siyasetçi olarak yaşanan güncel sorunlara güncel ve acil  çözümler bulmanız gayet doğal ama yukarıda anlattığım çelişkiler tartışılmasın mı? Biz de batının yaptığı gibi tanrıyı hayatımızdan çıkaralım da kurtulalım mı? Benim şahsen gördüğüm fiilen aklen tanrı hayatımızdan, çarşıdan, pazardan, eğitimden, adaletten, vs. vs. yaşanan hayattan çıkmış durumda, kalben inanç olarak var hayatımızda. Biz kalbimizle bedenimiz ayrı ayrı şizofren bir hayat için mi varız, bunu birleştirmek için gayret etmemiz gerekmez mi? Geçmişle şimdiyi bir şekilde birleştirmemiz gerekmiyor mu? Geçmişi konuşanların ağzına hemen biber sürmemiz mi doğru olan.  

Sizlerden istirham ediyorum eğer siz de kalbinizi söküp atanlardan değilseniz, kalbinizi dinleyin ve en azından bu tartışmaların yaşanmasına olanak tanıyın ve içinde kalbi olan bir çözüm yolunun  açılması için öncü olun.

Ve hep birlikte dua edelim, rabbimiz olan ALLAH bizi  razı olacağı yola çıkarsın.(Amin)”  


R.C.-Antalya/17 Ocak 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsmet Özel’in Erbain Den Alıntılar

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda. Üç Frenk Havası 1. Capriccio Alum Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. *** 2.Alum Cantabile Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı ban Tahrik yürek elbet acıyor esvap deği...

Hatırı Sayılır Sözler

Hatırı sayılır sözler   Aşk ruhların çeşitli yaratıkların arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesi demektir. İbnihazm * Gemisini kurtardığı için kaptan olmayı hak ettiğini düşünen kişiler bireyciliği göklere çıkardılar. Bunu yapmış olmakla da tarihteki en hastalıklı adlandırmayı gerçekleştirdiler. İsmet Özel * Açlık yıllarında ölenleri açlık öldürmez onları alışmış oldukları tokluk öldürür İbni Haldun * Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır. Goethe * Düşünce özgürlüğünün olmaması, insanların düşüncelerini söyleyememesi değildir. Düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir. Jean-Paul Sartre * Yaratan'ın karşısına bunca büyük yapıtı okumamış olarak çıkmak düşüncesi beni çileden çıkarıyor. Oliver Wendell Holmes * Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır... Mayakovsky * Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar! / İnsan,  âl...

İsmet Özel

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?-Yaşama!-Ya bileydim?Yazar: MıydımHiç: Şiir . Münacaat Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves etti m gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak  fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademo...